Wednesday, July 2, 2014

O göbekten nasıl kurtulacağım?

Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mukaddes Kalyoncuoğlu, çocuklarda idrar kaçırmanın basit bir sorun gibi gözükse de kimi zaman ciddi böbrek yetmezliğinin ya da idrar kesesi ile ilgili bir sorunun habercisi olabileceğini söyledi.

Video: İdrar Torbası Enfeksiyonu

Prof. Dr. Kalyoncuoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çocuklarda idrar kaçırma sorununun sık görüldüğünü, gece 4 yaş, gündüz ise 6 yaş üzerinde devam etmesi halinde mutlaka hekime başvurulması gerektiğini belirten Kalyoncuoğlu, şöyle devam etti:

''Aileler sorunu 'çocuğun teyzesi, dayısı da idrar kaçırırdı' diyerek, düzeleceğini düşünüp, göz ardı ediyor. Oysa yaş ilerlemesiyle bazı sorunların da ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu rahatsızlığıyla alay edilen çocuk, psikolojik olarak çeşitli tepkiler verebiliyor, içine kapanabiliyor, sıkılgan davranışlar sergileyebiliyor. Altını ıslatma sorunu böbrek yetmezliğinin ya da idrar kesesi ile ilgili bir sorunun habercisi olabiliyor, araştırılması gerekiyor.''

İdrar Kaçırma

Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mukaddes Kalyoncuoğlu, çocuklarda idrar kaçırmanın basit bir sorun gibi gözükse de kimi zaman ciddi böbrek yetmezliğinin ya da idrar kesesi ile ilgili bir sorunun habercisi olabileceğini söyledi.

Video: İdrar Torbası Enfeksiyonu

Prof. Dr. Kalyoncuoğlu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çocuklarda idrar kaçırma sorununun sık görüldüğünü, gece 4 yaş, gündüz ise 6 yaş üzerinde devam etmesi halinde mutlaka hekime başvurulması gerektiğini belirten Kalyoncuoğlu, şöyle devam etti:

''Aileler sorunu 'çocuğun teyzesi, dayısı da idrar kaçırırdı' diyerek, düzeleceğini düşünüp, göz ardı ediyor. Oysa yaş ilerlemesiyle bazı sorunların da ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu rahatsızlığıyla alay edilen çocuk, psikolojik olarak çeşitli tepkiler verebiliyor, içine kapanabiliyor, sıkılgan davranışlar sergileyebiliyor. Altını ıslatma sorunu böbrek yetmezliğinin ya da idrar kesesi ile ilgili bir sorunun habercisi olabiliyor, araştırılması gerekiyor.''

Kirpik dibi iltihabının tedavisi nasıldır?

Kirpik dibi iltihabının tedavisi oldukça zordur. Eğer kirpik dibi iltihabının nedenleri arasında yağlı cilt varsa, gece yatmadan önce parmakların ucuna alınacak bebe şampuanı ile 30 saniye boyunca kirpik diplerine masaj yapılması, iltihaplanmaya önlemek açısından son derece önemlidir.

İkincisi, eğer bir kirpik dibi iltihabı başlamışsa, bunu uzman bir hekimin vereceği antibiyotikli damlalarla, hafif kortikosteroit denilen kortizonlu damlalarla ve ağızdan alınan antibiyotiklerle tedavi etmek gerekir.

Kirpik dibi iltihabı başladığı zaman, gözyaşı mutlaka bozulacağı ve göz kapağının hareketleri de yavaşlayacağı için, batmaları engellemek ve göz kapağının daha rahat hareket etmesini sağlamak amacıyla suni gözyaşlarını da kullanmak gerekir.

Ayaklarınız sağlığınız hakkında ne diyor?

Hisar Intercontinental Hospital İç Hastalıkları ve Romatoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mehmet Soy ile ayak sağlığının genel sağlık durumunuz hakkında vereceği ipuçlarını konuştuk…

Soğuk ayaklar

Ayak parmaklarınız her zaman soğuksa nedeni zayıf kan akımı olabilir. Zayıf kan akımı, sigara, yüksek tansiyon ya da kalp hastalığı ile bağlantılı dolaşım sorunlarının habercisidir. Kontrolsüz diyabete bağlı sinir hasarı da ayaklarınızı soğuk hissetmenize neden olabilir. Diğer olası nedenler arasında hipotiroidizm (guatr bezinde yetersizlik)ve anemi vardır.

Ayak Ağrı

Ayaklarınız uzun bir gün sonunda ağrıyorsa yanlış ayakkabı tercihinizden kaynaklanabilir. Özellikle yüksek topuklu ayakkabı giyiyorsanız ayak ağrısı problemiyle karşılaşmanız kaçınılmazdır. Ayrıca basketbol, koşu gibi yüksek etkili spor yaparken oluşan stres kırıkları ve küçük çatlaklar da ağrıya neden olabilir. Ayrıca iltihaplı romatizmalar birçok eklemin yanı sıra ayakları da etkileyebilir ve ilk olarak ayak ağrısı ile kendini gösterebilir.

Kırmızı, beyaz ve mavi ayak parmakları

Raynaud hastalığı, ayak parmaklarınızı önce mavi, sonra beyaz ve tekrar doğal rengine çevirebilir. Bunun nedeni ani damar daralmalarına bağlı oluşan damar spazmlarıdır. Stres ya da sıcaklık değişimleri, skleroderma, romatoid artrit, Sjogren hastalığı gibi iltihaplı romatizmalar ve tiroit problemleri de hastalığı tetikleyebilir.

Topuk ağrısı
Topuk ağrısının en sık nedeni topuktan başparmağa uzanan plantar fasia olarak adlandırılan adalede oluşan iltihaplanmadır. Sabah uyandığınızda ve ayağınızın üzerine bastığınızda ağrı keskin olabilir. Bunu sonucunda topukta “epin kalkanei-topuk dikeni”, denilen kemiksi oluşumlar gelişebilir. Bu durum, özellikle Ankilozan spondilit grubu hastalıklar için önemli bir uyarıcı bulgudur. Topuk ağrısının diğer nedenleri de artrit, aşırı egzersiz ve yanlış ayakkabı seçimidir. Daha az yaygın nedenleri ise topuk altındaki kemikte oluşan yangı, tümör ya da kırık bir kemik olabilir.

Ayağı sürükleyerek yürümek
Bazen bir sorunun ilk işareti daha geniş yürüme ya da yürürken ayağınızı sürükleme gibi yürüme şeklinizdeki değişiklik olabilir. Bunun en önemli nedeni periferik sinir hasarının getirdiği duyu kaybıdır. Bu vakaların yaklaşık% 30 şeker hastalığı ile bağlantılıdır. Sinir hasarı ayrıca enfeksiyon, vitamin eksikliği ve alkolizm nedeniyle de olabilir.

Çomak parmak
Ayak ve el parmaklarında parmakların aşağıya doğru eğilmesi ile oluşan bu problemin en yaygın nedeni akciğer hastalığıdır. Ama aynı zamanda kalp hastalığı, karaciğer ve sindirim bozuklukları ya da bazı enfeksiyonlara neden olabilir. Bazen altta yatan herhangi bir hastalığı olmayan kişilerde de görülebilir.

Şişmiş Ayaklar
Genellikle çok uzun yol yapan kişilerde ve hamilelerde görülen bu problem geçicidir. Ancak devam ediyorsa zayıf kan dolaşımı, böbrek bozukluğu, tiroid, lenf sistemi ile ilgili bir sorun ya da bir kan pıhtısının habercisi olabilir. Eğer ayaklarınızda kalıcı şişlik varsa mutlaka bir hekime görünün.

Yanan Ayaklar
Ayaklarda yanma hissi, periferik sinir hasarı ile şeker hastaları arasında yaygındır. Ayrıca B vitamini eksikliği, ayak mantarı, kronik böbrek hastalığı, bacaklarda ve ayaklarda zayıf kan dolaşımından (periferik arter hastalığı) veya hipotiroididen de kaynaklanabilir.

İyileşmeyen yaralar
İyileşmeyen ayak yaraları diyabet için önemli bir uyarı işareti olabilir. Diyabet, dolaşıma zarar verdiği için özellikle ayak bölgesindeki yaraların iyileşme sürecini olumsuz yönde etkileyerek; basit bir yarayı problemle bir yaraya dönüştürebilir. Bu yaralar da enfeksiyona yatkındır. Diyabet hastasıysanız ayaklarınızın bakımına çok dikkat edin ve her gün herhangi bir yara olup olmadığını kontrol edin.

Ayak başparmağı ağrısı

Ayak başparmağında görülen kızarıklık ve şişmeyle devam eden ağrının en önemli nedenlerinden biri Gut hastalığıdır. Osteoartrit( kireçlenme) de ağrı ve şişliğe neden olabilir. Ayrıca yanlış ayakkabı kullanımı ya da genetik yapı nedeniyle ayak başparmağında çıkıntıyla birlikte ağrı görülebilir.

Kaşıntılı ayaklar

Kaşıntılı, pullu cilt görünümünde olan ayak mantarı, 20 ve 40 yaşları arasındaki erkeklerde daha fazla görülür. Kızarıklık, kuruluk ile birlikte görülen kaşıntıyla kendini gösteren ayak mantarı kimyasal madde veya cilt bakım ürünlerine cildin verdiği reaksiyonla ortaya çıkar. Kaşıntılı ayaklar üzerinde deri kalın ve sivilce benzeri ise sedef hastalığına neden olabilir.

Ayak spazmları

Ani, keskin ve birkaç dakika sürebilen kas spazmları; aşırı iş yükü ve kas yorgunluğu nedeniyle sık sık karşılaşılan durumlardır. Diğer nedenleri ise potasyum, magnezyum, kalsiyum, ya da D vitamini düzeylerinde düşme, zayıf kan dolaşımı, su kaybı olabilir. hamilelik veya tiroid bozuklukları, değişen hormon düzeyleri de ayak spazmlarında önemli bir rol oynayabilir. Spazmlar sık veya şiddetli ise mutlaka bir hekime başvurun.

Ayak üzerinde koyu lekeler oluşması

Cilt kanserinin en tehlikeli formu olan Melanom, düzenli olarak güneşe maruz kalmayan bölgelerde bile gelişebilir. Bu nedenle vücudunuzu iyi tanıyın ve ayda bir kez mutlaka kontrol edin.

Sarı ayak tırnakları

Kalınlaşmış sarı ayak tırnakları genellikle mantar enfeksiyonundan kaynaklansa da lenfödem (lenfatik sisteme ilişkin şişlik), akciğer sorunları ya da sedef hastalığı, sedefe bağlı artrit gibi altta yatan başka bir hastalığın da belirtisi olabilir.

Beyazlaşmış tırnaklar

Beyazlaşmış tırnaklar tırnak enfeksiyonu ya da sedef hastalığından kaynaklanabilir. Tırnak sağlam ve bunun çoğu beyaz ise karaciğer hastalığı, konjestif kalp yetmezliği ya da şeker hastalığı gibi daha ciddi bir durumun belirtisi olabilir. Herhangi bir endişeniz hakkında mutlaka hekiminizle konuşun.

Depresyona Karşı Karanlık Tedavisi Uygulaması

Bilim insanları, sonuçları Molecular Psychiatry dergisinde yayımlanan araştırmada, loş dahi olsa gece yanan ışığın, yaşam sevincini azalttığını, aksinin, yani gece zifiri karanlığın ise depresyonu hafiflettiğini tespit etti.

Ohio State üniversitesi bilim insanları, araştırmalarında, muhtemel hormonel etkileri devredışı bırakabilmek için yumurtalıklarını aldıkları dişi hamsterleri kullandı. Dört hafta boyunca gece bir televizyonun yaydığına yakın loş ışıkta uyuyan hayvanların şekerli suya daha az ilgi gösterdiği görüldü. Hayvanların bu davranışı, depresyonbelirtisi olarak kabul ediliyor.

Bu hamsterler gece uykularını zifiri karanlıkta geçirmeye başladıktan sonra ise şekerli suya ilgilerinin yeniden arttığı görüldü.

Bilim insanları, gece uzun süre televizyon ışığında oturan veya uyuyan, yatak odası bir sokak lambası tarafından aydınlatılan insanlarda da benzer durumun söz konusu olabileceğini belirtti.

Ramazan'da tam tahıllı ekmek tüketin!

Sofraların bolluğuna dayanmak zaten yeterince zorken bir de Diyet yapıyorsanız durum daha da zorlaşabilir.
Sofranın bereketinin giderek arttığı Ramazanayında diyet yapanların bu sofraların cazibesine nasıl dayanabileceğini Hisar Intercontinental Hospital Beslenme ve Diyet Uzmanı Elif Karacanoğlu’ndan öğrendik…

Diyetime Ramazan’da da devam edeceğim diyorsanız…

• Yaklaşık 15 saat aç kalacağınız ve öğün sayınız ikiye düşeceği için mutlaka sahura kalın.
• Bol su içmeye özen gösterin.
• İftarda kalori değeri ve yağ oranı düşük gıdaları tercih edin.
• Sahurda tam tahıllı ekmek, haşlanmış yumurta, süt, peynir, zeytin, ceviz, meyve, açık çay ve bol su tüketin.
• Kepekli ekmekten yapılan bir tost ya da bir kase çorba da tüketebilirsiniz.
• İftarda ise sofraya oturulduğu an bir anda yemek yerine çorba ve tam tahıllı ekmek tüketmeye özen gösterin.
• Çorba ve tam tahılı ekmekten yaklaşık 20 dakika sonra az yağlı et, balık, tavuk, etli sebze yemeğiyle birlikte salata, yoğurt tüketebilirsiniz.
• Yemekten yaklaşık 2 saat sonra da bir ara öğün yaparak posa için meyve tüketin.
• Tatlısız olmuyor diyorsanız şerbetli tatlılar yerine dondurma ve güllaç gibi hafif sütlü tatlılar yiyin.
• Vücut gün boyu susuz kaldığı için en az 2 litre (10 su bardağı) su içmeye özen gösterin.

Ramazanda 4 öğün şart!

Üç ana öğün ve ara öğünlerden oluşan beslenme düzenimiz, iki veya tek düzene inerek çeşitli besinler tüketmemize sebep olur. Uzun süre aç kalındıktan sonra iftarda yemeğe çok fazla yüklenmek; reflü, hazımsızlık, kabızlık ve baş ağrısı gibi sağlık problemleri yaratabilir. Central Hospital’dan Beslenme ve Diyet Uzmanı Dyt. Selma Turan, sağlıklı bir iftar sofrasında yer alması gereken besinleri ve oruç tutarken dikkat edilmesi gerekenleri açıkladı.

Ramazan’da uzun süre aç kalmak metabolizmanın yavaşlamasına sebep olur. Bu durumda besinlerin yağ haline gelmesini kolaylaştırır. Aç kalındığı için vücut hareketlerinde yavaşlama ve metabolizma hızında düşme gerçekleşir. İftar sonrasında yemeğe aşırı yüklenmek ise yemek sonrası kan şekerinin hızla yüklemesine ve ardından da hızlı düşmesine sebep olabilir.

Ramazan’da en az 4 öğün yemek yenmeli
Açlık durumunun uzun süre devam etmesi baş ağrısı, baş dönmesi, unutkanlık, dalgınlık, dikkatsizlik, uykuya eğilim, sinirlilik, midede ekşime ve şişlik gibi sorunlara yol açar, iş verimini düşürür. Bu gibi etkilerin görülmemesi için iftar-sahur ve ara öğünler mutlaka yapılmalıdır.Ramazan’da 4-5 öğün şeklinde beslenilmesini önermekteyiz. İftar ikiye bölünerek bir öğün öğlen, diğer öğün akşam yemeği mantığında ve aralarda 1-2 ara öğün, sahurda ise kahvaltı tarzında beslenilmelidir.

Kabızlık ve Reflüden korunmak için...
Ayrıca Ramazan’ın yaz ayına rastlaması ve açlık saatlerinin uzaması, sağlık riski taşıyan kişilerin çok dikkat etmesini gerektiriyor. Ramazanda en sık görülen sorunlardan olan kabızlık problemi ve reflüden korunabilmek için beyaz undan yapılmış hamur işleri ve şekerli yiyeceklerden uzak durulmalı, kızartma ve benzeri yağlı, baharatlı, tuzlu yiyeceklerden kaçınılmalıdır. Lifli yiyeceklere ağırlık verilerek, daha yavaş sindirilen ve daha uzun süre tokluk hissi sağlayan protein ve vitamin içeren yiyecekler tercih edilmelidir. Gün boyunca tutulan oruç sonrası yapılan hafif bir spor, vücudunuza büyük faydalar sağlayacaktır. Egzersiz yerine, iftar sonrası ağır tempolu yürüyüş yapabilirsiniz.

İftar sofranızdan bu gıdaları eksik etmeyin

• İftarda ilk olarak su içilmelidir. Su çok soğuk ya da çok sıcak olmamalıdır.
• Yemeğe çorba ile başlanmalıdır.
• Mutlaka bir çeşit sebze yemeği veya salata olmalıdır.
• Yoğurt veya ayran mutlaka olmalıdır.
• Tatlı olarak sütlü tatlılar, ara öğünlerde tüketilmelidir. Şerbetli, ağır tatlılar kişilerde şeker yüklemesine neden olabilir.
• İftarda pilav, makarna, börek yerine esmer ekmek tüketilmesi daha uygundur.
• Et-tavuk-balık da iftarda tüketilmesi gereken diğer gıdalardandır.

Sağlıklı bir oruç için sahur önemli

• Protein tokluk sağladığı için yumurta, peynir, süt, yoğurt mutlaka tüketilmelidir.
• Sahuru kahvaltı şeklinde yapmak en uygunudur.
• Bol sıvı alınması önemli olduğu için bol su içilmelidir.
• Bağışıklık sisteminin kuvvetlenmesi ve vücut direncinin artması için mevsim meyvelerinden sahurda bir porsiyon mutlaka yenmelidir.
• Tuzlu besinler yenilmemelidir.
• Sahura mutlaka kalkılmalıdır.

Ramazan’da Sağlıklı Beslenme Mönüsü:

İftar (1. Öğün)

• 1 bardak su
• Kahvaltılık (zeytin, peynir)
• 1-2 hurma
• 1 kase çorba
• 1 dilim ekmek veya 1/8 pide (bir avuç içi kadar)

Yarım saat sonra (2. Öğün)

• Izgara köfte, et veya tavuk
• Zeytinyağlı sebze
• Salata
• Yoğurt

Ara Öğün

• 2 top dondurma veya 1 porsiyon meyve

Ara Öğün

• 1 küçük kase sütlü tatlı veya meyve

Sahur

• Kepekli peynirli tost, domates, salatalık, 1 yumurta, 1 bardak süt, 1 porsiyon meyve

Friday, June 27, 2014

Bol Su İçmek

Bu sene yazın çok sıcak olacak sıcak havalarda peki ne gibi önlemler alınmalı sıçak havalarda tabiki her doktorunda önerdiği gibi bol sıvı tüketimidir vücudumuzun bol su kaybını önlemek için bol bol su içmemiz gerekmektedir.Gerekli olmadığı sürece dışarı çıkılmamamalıdır.Sıvı kaybını önlemek için serin yerlerde durulmalı c vitami gibi besinler alınmalıdır.

Tuesday, June 24, 2014

Sağlık Nedir?

Sağlık, sadece hastalık ve sakatlık durumunun olmayışı değil kişinin bedenen ruhen ve sosyal yönden tam bir iyilik halidir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) sağlığı, "sadece hastalıklardan ve mikroplardan korunma değil, bir bütün olarak fiziki, ruhi ve sosyal açıdan iyi olma hali" olarak açıklar.[kaynak belirtilmeli] Yaşayan birorganizmada, organizmanın dengede olduğu bir durum olarak tanımlanabilir. Bu dengeli durumda organizmaya giren ve organizmadan çıkan madde ve enerji miktarı (organizmanın normal büyüme sürecinde kullanılan madde gözardı edildiğinde) yaklaşık olarak eşittir ve organizmanın hayatta kalma beklentisi vardır.

Wednesday, June 18, 2014

Şizofreni



Şizofreni, mental ve sosyal işlevselliği etkileyen ve yeti kaybına yol açan bir psikiyatrik hastalıktır. Bu rahatsızlık hastaların yaşamları kadar aile ve arkadaşların yaşamlarını da etkiler. Şizofreni, davranışın bilişsel, duygusal, algısal ve diğer yönlerini kapsayan, değişkenlik gösteren, işlev kaybına yol açabilen bir klinik sendromdur. Görünümü hastaya ve zamana göre değişkenlik gösterir, fakat hastalığın etkisi genel olarak ağırdır ve çoğunlukla uzun sürelidir.

Şizofreni, tüm toplumlarda ve coğrafi alanlarda görülür. Sıklık ve yaşam boyu yaygınlık oranları tüm dünyada neredeyse eşittir. Genel nüfusun %0.5-1’i yaşamın bir döneminde şizofreni geliştirir. Erkek ve kadınlarda eşit oranlarda görülür.

Günümüzde şizofreni hastalarında sıklıkla gözlenen belirtilerin yazılı tanımlarına kayıtlı tarih boyunca rastlanmaktadır. Şizofreni 18.yüzyılda araştırılmaya ve tedavi edilmeye başlanmıştır. Şizofreni, dementia precox olarak ilk tanımlandığı yüzyılı aşkın zamandan bu yana, nedenleri ve sınıflandırma sistemleri açılarından tartışmalı bir tanıdır. Aynı zamanda şizofreni terimi stigmatizasyona ve yanlış anlaşılmaya uğramıştır. Geleneksel bir bakış açısı ile, şizofreni hastaları hastalar nadiren çalışan, anlamlı ilişkiler kuramayan, toplumdan izole hatta sokakta yaşayan ve sosyal sınıflarda gerileme eğilimi gösteren kişilerdir. Fakat bu olumsuz bakış açısı değişmeye başlamıştır. Şizofreni tanısı alan hastalar üzerinde yapılan yeni bir çalışmada, 15 ve 25 yıllık takiplerde hastaların yaklaşık %50’si iyi klinik sonuçlar göstermektedir Son yıllarda geliştirilmiş tanı kriterleri ile güvenilir bir şekilde şizofreni tanısı konmakta ve uluslararası tanı sistemleri ile şizofreni, tanısal bir durum olarak bilinmektedir ve geniş bir hasta kitlesini tanımlamaktadır.

Şizofreni başlangıç yaşı, erkeklerde tipik olarak onlu yaşların sonu ya da erken yirmili yaşlar iken, kadınlar hastalığa genellikle yirmili yaşların sonu ile otuzlu yaşların başında yakalanırlar. Ailede şizofreni öyküsünün olması önemli risk faktörlerindendir. Davranış genetiği alanındaki 80 yıllık ikiz, aile ve evlat edinme çalışmaları, şizofreninin kalıtsal olduğuna işaret etmektedir. Aile çalışmaları, hasta bireyle genetik paylaşım derecesi arttıkça şizofreni geliştirme riskinin de arttığını göstermiştir. Mary Cannon ve arkadaşları, şizofreni gelişiminde risk faktörü olarak gebelik sırasındaki komplikasyonlar (kanama, diyabet), doğum sırasındaki komplikasyonlar (acil sezaryen, asfiksi) ve anormal fetal büyüme ve gelişme (düşük doğum ağırlığı) şeklinde şizofreniye eşlik eden üç grup doğumsal komplikasyon tanımlamışlardır.



BELİRTİLERİ

Şizofreni başlangıcı yavaş veya hızlı olabilir. Hastaların çoğunda belirtiler yavaşça ortaya çıkıp artış gösterir. Bu evrede, sosyal içe çekilme, okul veya işe ilgi kaybı, hijyen ve kendine bakımda bozulma, sıra dışı davranış veya kızgınlık nöbetleri gibi belirtiler görülebilir. Aile üyeleri bu davranışları rahatsız edici ve yorumlanması güç bulabilir. Hastaların algı bozuklukları (işitsel, görsel ve bedensel), düşünce bozukluğu (sanrılar) ve içgörü kaybı gibi çeşitli psikiyatrik belirtileri yaşaması ile şizofreni tanısı belirginleşir.



TANI

Şizofreni için onaylanmış bir tanı koydurucu belirti veya testi, görüntüleme yöntemi yoktur. Tanı hastanın psikiyatri hekiminin DSM ve ICD tanı ölçütlerine göre değerlendirmesi sonucunda koyulmaktadır. Bu tanı sistemlerinin günümüzdeki versiyonları DSM-IV-TR ve ICD-10’dur. Bu tanı ölçüt sistemleri şizofreni tanımlamalarında büyük oranda birbirleriyle uyumludurlar.

Şizofreninin belirti ve bulguları, diğer psikiyatrik, tıbbi ve nörolojik bozukluklarca taklit edilebilmektedir. Geçerli bir tanıya ulaşmak için tanıya yardımcı patognomonik işaret ve bulgular, laboratuar ve görüntüleme testleri olmadığından, dikkatli bir öykü, mental durum muayenesi ve diğer nedenlerin dışlanması gerekir. İlk atak, atipik özellikler (hızlı başlangıç ya da geç başlangıç gibi) durumunda, tıbbi bir hastalık veya yeni bir tedavi ya da madde kullanımı sonrası başlayan vakalarda ayırıcı tanı için özel bir dikkat gösterilmelidir. (kaplan)

Şizofreni Alttipleri

Paranoid şizofreninin en belirgin özelliği bir ya da daha fazla işitsel varsanının varlığıdır. İşitsel varsanıların içeriği sıklıkla sanrıların içeriği ile ilişkilidir. Bu alt tip nispeten iyi prognoza sahiptir. Dezorganize (hebefrenik) şizofreni alt tipinin en önemli özelliği, DSM-IV-TR’de dezorganize davranış, künt ya da uygunsuz duygulanımı ve düşünce bozukluğunun olmasıdır. Kötü premorbid işlevsellik, sinsi başlangıç, kronik gidiş ve kötü prognoz, bu alt tipin genel özellikleridir. Farklılaşmamış şizofreni, şizofreni ölçütleri karşılayan, ancak yukarıda tanımlanmış alt tiplerin birine sokulamayan kategori olarak açıklanmıştır. Tanı, diğer alt tiplerin dışlanmasıyla konulabilmektedir. Katatonik ve rezidüel tip şizofreni daha az sıklıkla görülmektedir.



PROGNOZ

Hastalık sürecinin anlaşılması tedaviye yol gösterecektir. Şizofreninin klinik gidişi alevlenmeler ve remisyon dönemleri şeklindedir. Genel olarak şizofreni hastalarının yaklaşık %10-20’sinin iyi gidiş gösterdiği, %40-50’sinin yıkımla beraber alevlenmeler ve %20’den azının ise çok az iyileşme gösteren kronik hasta olarak kaldığı belirtilmektedir. Diğer psikiyatrik hastalıklardan farklı olarak her alevlenme dönemi sonrasında hastanın işlevselliğinde daha fazla yıkım izlenir.



TEDAVİ

Şizofrenide tedavi yaklaşımları, hastalığın alevlenme ve stabil (sürdürüm) olduğu dönemlere göre ele alınmalıdır. Şizofrenide erken tanı ve tedavi başlanmasının hastalığın gidişini olumlu etkilediği, işlev kayıplarını engellediği, tedaviye daha kısa sürede ve olumlu yanıt alındığı yönünde veriler mevcuttur. Şizofreni tedavisinde her iki dönemde de antipsikotik ilaçlar birinci sırada yer almaktadır. Tedavi psikoterapi ve psikososyal yaklaşımlarla desteklenmelidir. Tedavi hastanın kendi ortamında sürdürülmeli; ancak tedavi uyumunun olmadığı durumlarda hastanede tedavi tercih edilmelidir.



KOMPLİKASYONLAR

Şizofreni hastaları, intihar da dâhil olmak üzere çeşitli faktörler nedeni ile daha yüksek ölüm hızına sahiptir. Şizofreni hastaları, özellikle nikotin bağımlılığı olmak üzere madde kötüye kullanımı için artmış risk taşırlar. Hastaların yaklaşık %90’ı nikotin bağımlısı olabilir. Şizofreni, psikolojik, ekonomik ve sosyal açılardan işlev kaybına yol açan psikiyatrik hastalıktır.

Sıtma Hastalığı



Sıtma, yüksek ateş, titreme ve anemi ile karakterize, parazitik bir hastalıktır. Malarya, paludism, plasmodiasis gibi isimleri de vardır. İnsanlık tarihine bakıldığında, dünya nüfusunun üçte ikisini etkileyerek en tahripkar hastalıklardan biri olmuştur. Hala endemik bölgelerde önemini korumaktadır. Ülkemizde ise Güney ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri endemiktir.

Hastalık, anofel adlı bir sivrisineğin paraziti hasta kişiden bir başka kişiye taşıması yoluyla olur. Sinek ısırığı ile kana bulaşan parazit karaciğere giderek orada olgunlaşır ve başka bir forma dönüşerek tekrar kana geçer. Buradan da kırmızı kan hücrelerine geçerler ve orada çoğalırlar. 48-72 saat sonra kan hücrelerini patlatarak yeni kan hücrelerine geçerler. İlk belirtiler parazit alındıktan 10 gün ila 4 hafta sonra açığa çıkar. Sonrasında da 48-72 saatte bir belirtiler tekrarlanır.

Sıtma gebe anneden bebeğine ya da kan transfüzyonu yoluyla da geçebilmektedir.
BELİRTİLER
Ateş
Terleme ve titreme
Başağrısı
Bulantı ve kusma
Kas ağrıları
Kansızlık
Sarılık
Nadiren nöbet ya da koma
TANI

Fizik muayenede büyümüş dalak ve karaciğer saptanır. Parmaktan alınan bir damla kanın boyanmasıyla tanı konulur.
TEDAVİ

İlaç tedavisi düzenlenir. Sıtmanın sıklıkla görüldüğü bölgelere seyaha ederken hastalığı kapmamamak için kullanmanız gereken ilaç için de en az iki hafta önce doktorunuza danışınız.
PROGNOZ

Sıtmanın bazı türleri oldukça ağır enfeksiyonlara neden olmaktadır; bunlar ülkemizde oldukça nadir görülürler. Tedaviye yanıt genellikle oldukça iyidir.
KOMPLİKASYONLAR
Karaciğer ve böbrek yetmezliği
Anemi
Menenjit
Dalak yırtılması ve buna bağlı ciddi kan kaybı
KORUNMA

Sıtmanın sık görüldüğü ülkelere seyahatlerde iki hafta öncesinden başlayıp, ayrıldıktan sonra da 4 hafta daha devam edecek şekilde ilaç tedavisi alınmalıdır. Bu bölgelerde kol ve bacaklar örtülmeli, pencerelerde sineklikler olmalı, sinekkovarlar kullanılmalıdır.

Uykusuzluğu gidermenin 30 yöntemi



Uykusuzluk bir çoğumuzun yüzleşmek zorunda kaldığı sorunlarından birtanesi. Gece uykusunu ne kadar iyi alırsak, günümüzde o kadar iyi ve dinamik geçmektedir. Sizler için 30 yöntemden oluşan uykusuzluğu giderme yolları:
Uyku saatlerine ve sürelerine dikkat edilmelidir. Uykunuzun geldiği saatleri kendinize göre belirleyin ve buna uygun yatın kalkın.
Öğleden sonra uykularından kaçının, bu sizde gece uykusuzluğa yol açabilir.
Hafta sonları geç yatmayın, düzeniniz şaşmasın toparlamakta zorlanabilirsiniz.
Haftanın belirli günlerinde yürüyüş, koşma ,yüzme gibi aktivitelerden yararlanın,yorulmanız gece uykuya daha rahat dalmanızı sağlar.
Sinir sistemini uyaran etkinlikleri uykunun hemen öncesinde veya akşam geç saatlerde yapmaktan kaçının.
Akşam saatlerinde yenilen ağır yemekler mideyi rahatsız eder ve uykuyu engeller. O yüzden akşam yemekleri uyku saatinden birkaç saat önce ve hafif olmalıdır.
Aşırı sıvı tüketimi hem mideyi rahatsız eder hemde gece sık sık uyanmanızı sağlar, bundan kaçının.
Çay ve kahve akşam saatlerinde fazla tüketilmemelidir. Yatmadan önce bir bardak ılık süt veya ıhlamur içebilirsiniz.
Eski ortası çukurlaşan yataklar uyumayı güçleştirir, eski yatağınızı yeni bir yatakla değiştirin.
Yatak odanızda loş ışıklar kullanmanız uykuya dalmanızı kolaylaştırıcaktır.

Çiftler birbirlerinin haraketlerinden etkileniyor, birinin dönmesi sırasında eşde uyanıyor ve yeniden uykuya dalması zorlaşabiliyor. Bu nedenle uykusuzluk çekiyorsanız eşinizle ayrı yatakta yatmak uykuya dalmanızı kolaylaştırabilir.
Yatak odanızda kitap okumayın, yemek yemeyin veya televizyon izlemeyin.
Rahatlamak için uyku öncesinde ılık bir duş alın, böylece uykuya daha rahat dalabilirsiniz.
Yatak odası dışında gerginliğinizden arınmak için uyku öncesinde kitap okuyun yada dinlendirici müzik dinleyin faydasını mutlaka görüceksinizdir.
Uyku öncesi mümkünse çalışmaktan ve bilgisayar oyunlarından uzak durun.
Uyku öncesinde aile veya iş problemlerinizı kafanızdan atmaya çalışın, dolu kafayla uykuya dalmak sizin için kolay olmayabilir.
Birkaç gün gece geç yatıp sabah erken kalkın uykunuzun düzene girdiğini hissedeceksinizdir.
Uykusuzluk çekiyorsanız hemen uyku ilaçlarına sarılmayın, bağımlılık yaratabilir siz farketmeden.
Eşiniz uykudayken nefes durmalarının eşlik ettiği horlama gözlemliyorsanız hemen doktora başvurun.
Alkol kullanımını sınırlandırın, alkol ne kadar uyumanıza ilk başlarda yardımcı oluyormuş gibi hissetsenizde bünyenize verdiği zararı bilemezsiniz.
Yatmadan önce 1 bardak rezene çayı uykuya dalmayı kolaylaştırabilir.
Kendinizi yatakta kalarak uyumaya zorlamayın, uykunuz yoksa kendinize eziyet ediyorsunuz demektir. Kalkın biraz kitap okuyun, uykunuzun geldiğini hissediceksinizdir.
Gece yatmadan 3 saat kadar önce evdeki ışık kullanımını azaltın ve tüm elektronik cihazları kapatmaya özen gösterin.
Yatak odasındaki saatleri gizleyin, mümkünse saatsiz bir odada uyumayı tercih edin.
Perdeleri kapalı tutun.
Yatak odanızın ısısını ayarlayın, odanız hafif serin olsunki uykuya dalmanız daha kolaylaşsın.
Sigara içiyorsanız bırakmayı deneyin, bırakamıyorsanız azaltmayı deneyin. Nikotin uykunuzu kaçırır.
Yaptığımız hatalardan biride eve iş taşımak, bundan kaçının.
Aldığınız ilaçların uykunuzu etkilemediğinden emin olun, bazı ilaçlar uykusuzluk yapabilir yan etki olarak.
Bütün bu önlemlere rağmen uykusuzluk devam ediyorsa, bir uzmana görünme zamanı geldi demektir.

Umarız bu 30 yöntemle uykunuz düzene girer ve sabahları uykunuzu almış şekilde uyanıp güne iyi başlarsınız.
Sağlıklı yaşam sağlıklı hayat

Friday, June 13, 2014

Koltuk altı kokusunu önlemek için!


Koltuk Altı Kokusu Neden Olur?

Koltuk altı kokusunun terlemeden dolayı olduğu bilgisi tamamen yanlıştır. Kokunun asıl nedeni; terleme sonucu üretilen protein ve yağların, bakterileri geliştirmesidir. Koltuk altında oluşup gelişen bakteriler pis kokuya neden olurlar. Ayrıca tüketilen sarımsak, soğan, baharatlı yiyecekler; giyilen sentetik kıyafetler de koku oluşumuna neden olan etkenlerdir.

Koltuk Altı Kokusunu Önlemek Mümkün mü?

Evet koltuk altlarına gerekli bakım yapıldığı takdirde kokulardan kurtulmak mümkün. Öncelikle o bölgedeki tüylerden kurtulmak gerekmektedir. Tüylerden kurtulmak demek bakterilerin azalması demektir. Çünkü tüylerin yok olmasıyla terleme azalacak ve bakterilerin beslendiği yağ, protein ve nemlenme yok olmuş olacaktır. Sabah ve akşam duş almak mümkün olmasa bile o bölgenin su ve sabunla temizlenmesi gerekmektedir. Sonrasında, temiz koltuk altlarına koku gidermek için deodorant spray veya antiperspirant ürünler kullanılabilir.

Deodorant terlemeyi engellemez ancak hoş bir koku bırakır. Çok fazla terleyen insanların antiperspirant kullanmaları daha doğru olur. Bu ürün terlemeye engel olmakla birlikte hoş bir kokuya da sahiptir. Bu gibi ürünler terli bölgeye kullanılmamalıdır..Çünkü etrafa kötü koku yayılmaktadır. Koltuk altı kokusunu önlemek için yediğimiz gıdalara dikkat etmeliyiz. Bazı baharatlı yiyecekler, yeşillikler terlemeyi artırmakta ve bu da bakteriler dolayısıyla koku yayılmasına neden olmaktadır. Ayrıca terlemesi çok olan insanların pamuklu, ipek ya da keten kumaştan yapılmış kıyafet tercih etmeleri daha doğrudur. Sentetik kıyafetler terlemeyi artırmaktadır.
Koltuk Altı Kokusunu Önlemenin Bitkisel Çözümü

Karbonatın koku giderici olduğunu biliyor muydunuz?

Karbonat antiseptik özelliğiyle mikrop karşıtı bir maddedir. Koltuk altına sürdüğünüz karbonat mikropları yok ederek kokuya engel olur. Koltuk altını yok eden bir diğer bitkisel ürün de ada çayıdır. Ada çayını hem içerek hem de o bölgeye sürerek kokunun oluşmasına engel olabilirsiniz.

Ağız Yarası Neden Olur?



Ağız ülseri veya aft olarak da adlandırılan ağız yaraları,tıp dünyasınca nedeni henüz tam olarak bilinmeyen doku bozukluklarıdır. Ortası beyaz, sarı ya da gri renkteki bu yaralar, uçuk ile aynı şey değildir. Oldukça can yakıcı olan yaralar mutlaka ağız içinde oluşur ve dudaklarda, yanaklarda, dilde, diş eti veya damakta ortaya çıkar. Çoğu kez aynı anda 2 – 3 adet yara görülür.

Ağız yaralarının daha çok kadınları etkilediği görülmekle birlikte çocuk yaştan itibaren hemen herkeste görülebilir. 7 ila 10 gün arasında iyileşir ve tekrarlayıp tekrarlamayacağı kişiye göre değişir. ‘Nedeni tam bilinmiyor’ dedik ama aft üzerinde etkili olduğu düşünülen çeşitli etkenler, bu yaraları tetikleyen nedenler bulunmaktadır. Diş macunundan, yiyeceklere uzanan farklı etkenler sayılır. Bu etkenleri sıralamadan önce ağız yarasının bulaşıcı olmadığını da ekleyelim.
Fiziksel Travma

Yanlışlıkla yanağı ısırmak, çok sıcak yiyecek veya içecekler, sivri bir cisim nedeniyle ağız içinin tahriş olması veya protez dişler ağız içinde yaralara neden olabilecek fiziksel travma örnekleridir
Yiyecekler

Asitli yiyecek, içecekler ağız yaralarını tetikleyebilir. Burada asitli içeceklerden kasıt sadece kola, gazoz gibi içecekler değildir. Örneğin portakal suyu, ağız yaraları olanlarda ya da hassas bir ağız dokusuna sahip kişilerde en çok şikayete yol açan içeceklerin başında gelir. Sadece portakalın değil genel olarak turunçgillerin asit oranı yüksektir. Asit oranı yüksek meyvelerin yanı sıra, sirke, sirkeli soslar, tuzlu, baharatlı, acılı yiyecekler, turşu, çerez ve pek çok kimyasal içeren hazır gıdalar ağızda aft oluşmasını tetikleyebilir. Ağızda aft oluşmasından bir iki gün öncesine kadar yediklerinizi gözden geçirerek, size neyin dokunmuş olacağına dair bir ipucu yakalamaya çalışabilirsiniz.
Alerji

Yiyecek alerjilerinin % 90′ında süt, fıstık, fındık, soya, balık, buğday veya kabuklu deniz ürünlerinin yiyecekle ilgili alerji türlerini tetiklediği görülür. Glüten, inek sütü proteinleri, çikolata, tarçın, ceviz, badem, domates, incir, limon ve çileğin ağız içinde aft çıkmasında katkısının olduğu belirtilir. Histamin salgılanması sonucu ağızda hücre ve dokular zarar görebilir ve alerjik semptomlardan biri olarak, ağız yaraları ortaya çıkabilir.
Sigarayı Bırakmak ya da Sigara İçmek

Her fırsatta sigara içmenin zararlarından söz ederken, birden bire sigara bırakmanın bir zararı olabileceğini duymak sizi şaşırtabilir. Elbette bu geçici bir durumdur. Sigarayı bıraktıktan sonra vücuttaki kimyasalların değişmesi sonucu ağız yaraları tetiklenebilir. Ancak siz, uzun vadede sigarayı bırakmanın ne kadar yararlı olduğuna odaklanın ve bu kısa süreli sorun nedeniyle sakın sigaraya tekrar başlamayı düşünmeyin!

Sigarayı bırakmak aft riski oluştursa da, sigara içmek de aynı şekilde bu yaralara neden olabilir. Tütün, alkol ve çeşitli kimyasallardan dolayı ağız yaralarının tetiklendiği bilinmektedir.
Bazı Diş Macunları

Her diş macunu değil ama içinde ‘sodyum loril sülfat’ (SLS) bulunan diş macunu ya da gargara benzeri ağız hijyen ürünlerinin aftı tetiklediği görülmüştür. Bunun nedeni SLS’nin ağız dokularındaki koruyucu tabakayı kurutması ve alttaki dokunun yaralara karşı daha savunmasız hale gelmesi olarak açıklanabilir.
Vitamin veya Demir Eksikliği

Demir ve vitamin eksikliği ve özellikle de B3, B9 (folik asit) ve B12 vitaminlerinin eksikliği ağızdaki yaraların tetikliyor olabilir. Bu vitaminler, cilt sağlığını ve sinir sistemini desteklemek, hormon ve kan hücresi üretmek gibi, eksikliğinde ağız yaralarının görülebileceği konularda yardımcı olurlar. Vitamin eksikliği ayrıca kötü beslenmeye ve bağışıklık sisteminin zayıflamasına da bir işaret olabilir. Her iki durum da ağız yaralarını tetikleyen durumlardır. Eğer başka herhangi bir neden göremiyorsanız, ağız yaralarınızın nedenini anlamak için beslenme alışkanlıklarınızı gözden geçirmeniz gerekiyor olabilir.
Hormonal Dengesizlikler

Hormonal dengesizliklere vücudun verdiği tepkilerden biri de ağız yaralarıdır. Örneğin ergenlik dönemindeki genç kızlarda ya da kadınlarda adet döneminde, ağız yarasının çıkmasına sık rastlanır.
Stres

Pek çok fiziksel şikayetin nedenleri arasında stresi görmek, artık hiç şaşırtıcı değil ve aftlar da bu şikayetler arasında sayılabilir. Ne yazık ki gün boyu taşıdığımız endişeli düşünceler, iş yerindeki ya da evdeki mutsuzluklar, her şeyi dert edinen halimiz veya trafikte geçirdiğimiz sıkıntılı saatler derken, vücudumuz fiziksel olarak tepki vermekte gecikmiyor. Kadınların regl dönemlerinde hormonal değişikliklerin yanı sıra, gerginlik de aftlara davetiye çıkarabilir.
Genetik

Yapılan bir araştırmada afttan muzdarip olan kişilerin % 35′nin ailelerinde en az bir kişinin daha afttan şikayetçi olduğu ortaya çıkmıştır. Tek yumurta ikizlerinin % 90′ında, her iki kardeşte de aft çıktığı görülmüştür. Ailesinde aft görülen kişilerde aft oluştuğunda, bu rahatsızlığı daha erken yaşlarda ve daha ağır belirtilerle geçirdikleri ortaya çıkmıştır.
Çölyak Hastalığı

Çölyak hastalığı, vücudun buğday, çavdar ve arpada bulunan glüten adlı proteine tahammülsüzlüğü anlamına gelir. Bu durum ince bağırsakta iltihaplanmayla kendini gösterir. Çölyak hastalığının diğer bir yaygın belirtisi ise ağız yaralarıdır.
Chron Hastalığı

Yine iltihabi bir bağırsak hastalığı olan Chron hastalığı, bağırsakta iltihaplanmaya yol açan ve hem midede hem de ağızda yaralara neden olabilen bir rahatsızlıktır.
Bağışıklık Yetmezliği

HIV ya da lupus gibi vücudun bağışıklık sistemine saldıran herhangi bir bağışıklık hastalığı, ağız yaralarına yol açabilir.
Ne Zaman Doktoru Aramalı?
İlk kez ağzınızda aft çıktığında.
1 santimden daha geniş ölçüde aft oluştuğunda.
Daha önce olduğundan çok daha fazla sayıda aft çıktığında.
Eskiden olduğundan çok daha sık aft çıkmaya başladığında.
Aftlarla aynı zamanda eklem ağrısı, ateş, ishal ve vücutta lekeler görüldüğünde.

- See more at: http://nedenolur.net/agiz-yarasi-neden-olur/#sthash.jpt7wDss.dpuf

Baş Ağrısı Neden Olur?



Hem kendimizin dillendirdiği, hem de çevremizdekilerden en sık duyduğumuz sağlık şikayetlerinden biri de baş ağrılarıdır. Baş ağrısı başın herhangi bir noktasında başlayabilir ve başın iç kısmı haricinde, kafa derisini ve yüzü de kapsayabilir. Birbirinden oldukça farklı sebepler değişik türde ağrılara yol açar. Birkaç saat süren baş ağrılarının yanı sıra birkaç hafta boyunca süren ağrılar da vardır. Tiplerine göre baş ağrıları farklı gruplara ayrılır.

Baş ağrısı beyindeki veya vücuttaki diğer başka bir hastalıktan dolayı kaynaklanıyorsa bu ağrı, ‘ikincil baş ağrıları‘ diye sınıflandırılır. Öte yandan baş ağrısı başka hiçbir hastalığa bağlı olmayıp kendisi bir hastalık olarak ortaya çıkabilir. Başka bir hastalıktan kaynaklanmayan baş ağrıları, ‘birincil baş ağrıları‘ grubunda yer alır. Her ne kadar günlük hayatımızda ayrım yapmaksızın hepsine birden ‘baş ağrısı’ desek de, baş ağrısının migren, gerilim, küme gibi farklı türleri ve farklı nedenleri vardır.
Birincil Baş Ağrıları Neden Olur?
Migren Ağrısı

Migrenin neden ortaya çıktığı henüz tam olarak aydınlatılamamış olsa da, genetik ve çevre faktörlerinin bu durumda önemli bir rol oynadığı bilinir. Migren beyin damarlarının çeşitli tetikleyiciler nedeniyle genişleyip tekrar daralmasıyla ortaya çıkan baş ağrılarıdır. Kan dolaşımı sorunlarının ve ağrı sinyallerini iletmede önemli bir rolü olan, 5. beyin sinirindeki (trigeminal) değişikliklerin de migrene yol açma ihtimali üzerinde durulur.


Araştırmalar serotonin ve diğer ağrı düzenleyici kimysalların migrenin ortaya çıkmasında etkisi olabileceğini ortaya koymaktadır. Migren sırasında düşük seviyeye inen serotonin kimyasalı, trigeminal sinirinin ‘nöropeptid‘ molekülü salmasına neden olan bir sinyal gönderir. Nöropeptidler menenje, yani beyin zarına ulaştığında bu durum migrenle ilişkilendiren baş ağrısına yol açar.

Stres, açlık, uykusuzluk, çikolata ve şarap gibi bazı besin türleri, ses veya görüntü gibi duyusal sinyaller, olası migren tetikleyicileridir. Bazı kadınlarda, normal hormon dalgalanmaları da migreni tetikler.
Gerilim Tipi Baş Ağrısı

Gerilim tipi baş ağrısı, boyun ve kafa derisini de içine alabilen bir ağrıdır. Genellikle başın arka tarafında başlayıp öne doğru yayılır. Omuz, boyun, kafa derisi veya çene kaslarının gerilmesi bu tipteki baş ağrısının başlıca nedenidir. En çok karşılaşılan baş ağrısı olan bu türde, anksiyete, depresyon, stres ya da başın zedelenmesi, kas gerilimine ve baş ağrısına yol açar.

Uzun bir süre boyunca başın sabit bir şekilde tutulduğu, örneğin bilgisayar başında çalışmak gibi aktiviteler gerilim tipi baş ağrısına neden olabilir. Bu tip baş ağrsının diğer tetikleyicileri aşırı efor sarfetme, kötü uyku pozisyonu, uykusuzluk, diş gıcırdatma, halsizlik, sinüzit, göz yorgunluğu veya öğün atlama olarak sıralanabilir.

Bazı gıdaların da baş ağrısını tetiklediği bilinmektedir. Eski peynirler ve çikolata bu yiyecekler arasındadır. Yiyeceklerin içindeki doğal ya da yapay maddeler baş ağrısını tetikleyebilir. Alkol ve baş ağrısı her zaman birlikte anılır. Bunların dışında örneğin kahve alışkanlığı olan bir kişi, her gün alışık olduğu miktarda kahve içmediğinde, kafein yoksunluğu nedeniyle baş ağrısı çekebilir.
Ergenlik Dönemi

Yakın bir zamanda ülkemizdeki 12-18 yaş arası gençleri içeren bir araştırma sonucuna göre, bu dönemde pek çok gençte gerilim tipi ve migren tipi baş ağrılarının ortaya çıktığı görülmüştür. Hormonal değişikliklerin yanı sıra hem psikolojik hem de çevre ile ilgili ilişkilerde yaşanan değişiklikler gençlerin baş ağrılarından şikayet etmesine yol açtığını göstermiştir. Ergenlik dönemi gençler için stresin yoğun olduğu bir dönemdir. Örneğin lise çağında artan sınav stresi ve yoğunlaşan ders programı baş ağrılarını tetikleyebilir.
Küme Baş Ağrısı

Küme baş ağrısı aniden başlar ve kişiyi, gece uykusundan uyandıracak kadar şiddetli olabilir. Ağrı gün içerisinde birkaç kez kendini gösterir ve bu durum aylarca sürebilir. Ardından ağrı aynı şekilde kaybolur ve yine birkaç ay boyunca ortaya çıkmaz. Henüz bu tip ağrıların kesin nedeni bilinmiyor olsa da, bazı bilimadamları bu durumu serotonin ya da histamin salgısının ani salgılanmasıyla bir bağlantısı olduğunu düşünmektedir. Parlak ışıklar, yüksek irtifa, sıcaklık ve fiziksel yorgunluk, küme baş ağrısını tetikleyebilir. Küme baş ağrısı diğer baş ağrısı türlerine göre daha az rastlanan bir ağrıdır.
İkincil Baş Ağrıları Neden Olur?

Yazının başında da belirttiğimiz gibi ikincil baş ağrısı başka bir hastalığın belirtisi olarak ortaya çıkar. Baş ağrısına neden olan hastalıklardan bazılarını aşağıdaki listede bulabilirsiniz. Daha önce hiç yaşamadığınız türde, şiddetli, sık tekrar eden, enseden başlayan ve ani gelişen baş ağrıları yaşıyorsanız, bu ağrıların altında üzerinde durulması gereken başka bir rahatsızlık yatıyor olabilir.

Yukarıdaki tanıma uyduğunu düşündüğünüz ağrılar mutlaka ciddiye alınmalı ve ihmal edilmemelidir. Baş ağrısıyla birlikte kusma, bulantı, zihin bulanıklığı ve görme bozukluğu gibi şikayetleriniz de varsa, zaman kaybetmeden bir doktora görünmelisiniz. İkincil baş ağrısının altında yatan bazı hastalıklar hayati risk taşıdıklarından, erken teşhis oldukça önemlidir.

İkincil Baş Ağrılarına Neden Olabilecek Hastalıkları Şu Şekilde Sıralayabiliriz:
Baş ve boyun yaralanmaları
Beyin damar hastalıkları
Beyin sinir hastalıkları
Beyin hastalıkları
Beyin tümörleri
Beyin basıncının yükselmesi
Beyin enfeksiyonları
Sinüzit
Günlük Kronik Baş Ağrıları Neden Olur?

Günlük kronik baş ağrıları, yukarıda sıralanan ve ikincil grup baş ağrılarına neden olarak gösterilen hastalıkların bir belirtisi olarak ortaya çıkabilir. Ancak başka bir olasılık da bu ağrıların birincil gruba dahil, herhangi bir hastalıktan kaynaklanmayan ağrılar olmasıdır. Bu durumda vücudunuz ağrı sinyallerine karşı aşırı tepki vermeye başlamış ya da beyninizin ağrıyı bastıran sinyalleri görevini yeterince iyi yapmıyor olabilir.

Başka hastalığa bağlı olmayan ama her gün ortaya çıkan ağrılardan şikayet eden kişilerin çoğunda, çok sık ağrı kesici aldıkları için tekrarlayan baş ağrıları görülür. Ağrı kesiciye alışan vücut, ilaç alınmadığında baş ağrısıyla cevap verir. Haftada 3 günden ve ayda 9 kezden fazla ağrı kesici alıyorsanız, günlük baş ağrıları riskiyle karşı karşıyasınız demektir.

- See more at: http://nedenolur.net/bas-agrisi-neden-olur/#sthash.KmLFO57H.dpuf

Elmanın Faydalı

Tok tutar: Elmanın içeriğinde bulunan lif, aynı zamanda uzun süre tok hissetmenizi sağlar. Bir büyük boy elma yaklaşık 95, ufak boysa 60 kaloridir. Fazla kalori almadan uzun süre tok kalmak kulağa oldukça hoş geliyor değil mi? Ancak elma yediğinizde daha fazla acıkıyorsanız üzerine tarçın ilave edebilir veya yanında biraz badem ya da ceviz yiyebilirsiniz.

Solunum sorunlarını önler: Haftada beş veya daha fazla elma tüketmek, içeriğindeki (özellikle kabuğunda bulunan) quercetin adlı anti-oksidandan sayesinde daha iyi akciğer fonksiyonu sağlar. 2007 yılında yapılan bir çalışmada, düzenli olarak elma tüketen kadınların çocuklarında astım gelişme riskinin daha az olduğu bulundu.

Griple savaşır: Elma, içeriğindeki C ve E gibi anti-oksidan vitaminlerle bağışıklılık sistemini güçlendirerek hastalıklara karşı vücut direncini artırır. Bir orta boy elmadaki C vitamini yaklaşık 8 mg. kadar. Günlük alınması gereken C vitamini, erkek ve kadınlar için 90 mg. olduğu bilgisine dayanarak, bu değerin günlük ihtiyacın yaklaşık yüzde 12’sini karşıladığını söyleyebiliriz. Yaklaşan soğuk günler ve gribe karşı daha güçlü durmak için elmayı yanınızdan eksik etmeyin.

Diyabet riskini azaltır: ‘Amerikan Klinik Beslenme Dergisi’nde yayımlanan bir çalışmada elma, armut ve yaban mersininin içeriğindeki antosiyaninlerin tip 2 diyabet gelişimi riskini azalttığı bulundu. Araştırmacılar kırmızı, mor ve mavi renkli sebzeyle meyvelerin de aynı etkiyi gösterebileceklerini belirtti. Meyve çeşitliliği yaratmak için sofranızda bu renkleri bulundurun.

Beyin gücünü artırır: Elma, sinir hücreleri arasındaki bağlantıyı sağlayan asetilkolin artışını sağlar, böylece alzhemir gelişimini azaltarak hafızayı destekler. 2004 yılında yapılan bir çalışmaya göre, anti-oksidan bakımından zengin diyetler de aynı etkiyi gösterir.

Kanser hücreleriyle savaşır: 2004 yılında Fransız araştırmacılar tarafından yapılan bir çalışmada, elmanın içeriğinde bulunan kimyasalların kolon kanserini önlemeye yardımcı olduğu bulundu.

2007’deki başka bir araştırmadaysa elmanın içinde bulunan triterpenoids adlı bileşenin akciğer, kolon ve meme kanseriyle savaşmaya yardımcı olduğu ortaya çıktı.

Ayrıca elmadaki çözünen ve çözünmeyen lifler, toksik maddelerin dışkıylaatılmasını sağlayarak kansere karşı koruyucu etki gösterir.

Su içmenin faydaları



Su içme alışkanlığına sahip değilseniz, bugünü başlangıç alıp bundan sonra bol bol su içmenizi tavsiye ediyoruz. Pudra.com'un su içme alışkanlığını edinmek için önerilerini Su içmeyi unutma! adlı yazıdan okuyabilirsiniz.

Peki neden su içmek bu kadar önemli? Daha fazla su tüketmek için ne yapmalıyız? Memorial Hastanesi’nden Uz. Dr. Selahattin Türen suyun sağlığımız açısından önemini şöyle anlatıyor:

Az su içenlerde yorgunluk, dikkat güçlüğü ve hafıza bozukluklukları görülebilir

"Sağlıklı yetişkin bir erkekte vücut ağırlığının %60’ını, kadında %50’sini su oluşturur. Bu oranlar yenidoğan bir bebekte %70- 75 iken yaşla birlikte azalır. İnsan beyninin %95’ini ve akcigerlerin %90’ını su oluşturur. Vücuttaki bütün sistemler, organlar ve hücreler yeterli su olmadan fonksiyonlarını sürdüremezler. Hücre içinde gerçekleşen bütün hayati metabolik olaylar ancak hücre içinde su yeterli ise gerçekleşebilmektedir. Vücut sıvısının %2 gibi küçük bir oranda azalması bile hafif yorgunluk, yakın hafizada hafif bozulma, dikkati toplamada ve yapılan işe odaklanmakta güçlüklere neden olur. Vücut sıvısının azalmasına basitçe 'dehidratasyon' denir. Gün boyu devam eden hafif yorguluğun en sık nedenlerinden biri de hafif dehidaratasyondur.

Su neden yaşamın kaynağı?


Vücutta taşıyıcı göreve sahip olan su, hücrelere besin ve oksijen taşır, atıkları uzaklaştırır.
Böbreklerin toksik maddelerden temizlenmesine yardımcı olur.
Kan ve lenf sisteminin büyük bir kısmını oluşturur.
Vücut sıcaklığının düzenlenmesinde rol alır.
Kan basıncını kontrol eden elektrolitlerin dengelenmesine ve taşınmasına yardımcı olur.
Sıcak havalarda vücudu serin tutar ve soğuk havalarda vücut izolasyonu sağlar.
Yeteri kadar tüketildiğinde, cildin daha düzgün, daha yumuşak, daha parlak ve daha esnek olmasını sağlar.
Tükürük ve mide salgısında bulunarak, besinlerin sindirilmesinde görev alır.
Su, emziren kadınlarda, süt üretimini artırır.
Bağışıklık sisteminin görevini yapabilmesi için su gerekmektedir. Bu özelliği ile zinde ve dinç kalmada yardımcı olur.
Eklemlerin kayganlığını sağlar.
Su tüketimi azaldıkça, vücutta depolanan yağ miktarı artmaya başlar ve kilo alımı gerçekleşir.
İçme suyu veya doğal kaynak sularının birçoğu bölgeden bölgeye degişmekle birlikte; bazı minarelleri içerir. Vücudumuz için gerekli olan minarellerin bir kısmını içtiğimiz sulardan elde ederiz. Bunlar içinde kalsiyum, magnezyum ve sodyum daha fazla miktarda olanlardır. Flor, iyot ve diğer eser elementlerin de bir kısmını içtiğimiz sulardan sağlarız.


Su tüketim miktarı çevresel ve kişisel şartlara göre değişir

Su tüketiminin sağlığımız için çok önemli olduğu yıllardır anlatılır. Peki, günlük su tüketimi ne kadar olmalıdır? Bu konuda uzmanların farklı görüşleri olsa da çoğunlukla ortalama günlük su tüketiminin 2-2.5 litre olmasi tavsiye edilir. Bunu 8x8 yani gunde 8 defa 8 onz (250 ml veya bir su bardağı) su içilmesi şeklinde de duymuş ve okumuş olabilirsiniz. Bu miktarlar ortalama miktarlardır. İdeal olan ise su ihtiyacının kişinin durumuna ve mevcut hastalıklarına, hava sıcaklığına ve aktivite düzeyine göre ayarlanmasıdır.

Yeterli su içip içmediğinizi test etmek için 3 küçük ipucu


Susuzluğunuzu gidermek için içtiğiniz su miktarının en az 2 katını tüketin.
Günboyu ve sık sık su için ve su içmek için susamayı beklemeyin.
İdrar renginiz koyu sarı renkli ise yeterli miktarda su içmiyorsunuz demektir. İdrar renginiz koyu sarıdan açik ve şeffaf renge dönüştüğünde yeterli miktarda su tüketiyorsunuz demektir.


Kimler daha çok su tüketmeli?

Yüksek proteinli diyetle beslenenler.
Lifli gıdalardan zengin beslenenler.
Bulantı kusma ve ishal ile sıvı kaybının arttığı zamanlar
Ağır fiziksel aktivite yapanlar
Çok sıcak ortamlarda olup, aşırı terleyen kimseler daha fazla su tüketmelidirler.



Su her zaman yaşam kaynağınız olmayabilir

Vücutta fazla miktarda sıvının olduğuna işaret eden durumlarda (bacaklarda ödem ve karında asit); kalp yetmezliği, böbrek yetmezligi, siroz ve kronik karaciğer hastalığı gibi zaman zaman sıvı alımının belli bir miktarla kısıtlanması tedavinin önemli bir parçasıdır. Bu gibi durumda olan hastaların doktorlarının tavsiyelerine uymaları daha doğru olacaktır.

Çay, kahve, kola suyun yerini tutmaz

İçeceklerin hiçbiri suyun yerine geçemez. Su, kalori içermez ve asiditesi yoktur. Kafeinli içeceklerin fazla tüketilmesi; çarpıntıya neden olurken; bu içeceklerin beraberinde fazla şeker ve krema tüketilmesi de gereksiz kalori alınmasına yani kilo artışlarına sebep olabilir. Ayrıca kafeinin idrar söktürücü özelliği de olduğundan fazla tüketildiginde önce sıvı alımı artmış olur, ancak daha sonra idrarla sıvı kaybı artar.

Kola ve benzeri asitli içecekler mideye rahatsızlık verdiği gibi; alınan asidin etkisini azaltmak için vücut çok fazla su harcamak zorunda kalır."

Su tüketiminizi artırmak için öneriler:

Su içmek için susamayı beklemeyin.
Yemeklerle birlikte ve yemek aralarinda su için.
8x8 kuralını unutmayın. Günde 8 kez 8 onz (240 ml, 1 su bardağı) su için.
Kendinize su içmek için güzel bardaklar ya da şık bir sürahi alabilirsiniz.
Çalışma ortamınızda ve evinizde belirleyeğiniz bölümlere “su iç” yazılı notlar asabilirsiniz.
Ofis bilgisayarınıza su hatırlatması programlarından kurabilirsiniz. Böylelikle siz işinize konsantre olmuş çalışıyorken, ekranda beliren su şişesi size su vaktinin geldiğini hatırlatır.

Güneşten korunmak bunları yapın



GÜNEŞTEN KORUNMAK İÇİN BUNLARI YAPIN…

1- Güneşin yoğun olduğu saatlerde (10.00- 16.00) özellikle güneşten uzak durun veya güneş koruyucular kullanın.
2- Tüm gün güneşten korunun. Güneş koruyucuları dışarı çıkmadan yirmi dakika önce sürün ve dört saatte bir tekrarlayın.
3- Bronzlaşmanız, her türlü yoğun morötesi ışını aldığınızı ve cildinizin bu ışınlardan kendini korumaya çalıştığını gösterir. Bu yüzden bronzlaşmak için uzun süre güneş altında kalmayın. Bunu kendinizi koruyarak ve zamana yayarak yapın.
4- Yazın açık renk ince bol giysiler, siperlikli şapkalar ve güneş gözlüklerini tercih edin.
5- Solaryum gibi yapay ışın kaynaklarından kesinlikle uzak durun.
6- Bebek ve çocukları özellikle güneşten koruyun. Onların güneş koruyucuları faktörü yüksek ve bebek-çocuk ürünleri olsun.
7- Çocukları D vitamini alacaklar diye doğrudan güneşte bırakmayın. Gün içerisinde tesadüfen maruz kalacakları güneş ışınları bunun için yeterlidir.
8- Her 6 ayda bir vücudunuzdaki benlerde şekil, renk ve büyüklük bakımından değişiklik olup olmadığını kontrol edin.

GÜNEŞLE İLGİLİ BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?

• Vücudumuzdaki diğer organları yıllar yaşlandırırken; derimizi hem yıllar hem de güneş yaşlandırır. Yaşlılık çizgilerinin yüzde 80’i yaşlılıktan değil, güneşten dolayı oluşur.
• Hayat boyu maruz kaldığımız güneşin yüzde 80’ine çocukluk ve gençlik döneminde maruz kalırız. Bu yüzden çocukluk döneminden itibaren güneşten korunmak gerekiyor.
• Güneş hasarı birikicidir. Tıpkı damlayan suyun bir süre sonra kovayı doldurması gibi, hayat boyu maruz kaldığımız güneş cilt kanserlerinin oluşmasında etkili.
Kabarcıklı güneş yanığı geçiren kişilerde bu risk arıyor.
• Gün içinde tesadüfi güneşe maruz kalma oranı, isteyerek maruz kalmaktan 4-5 kat daha fazla. Yani sadece çarşıya, pikniğe ve plaja giderken değil her zaman güneşten korunmalıyız.
• Güneşin hasar verici ışınları olan (UVA) morötesi ışınlar, her mevsim, havanın bulutlu- yağmurlu olması, günün saatine (sabah- akşam) bağlı olmaksızın yeryüzüne ulaşır ve cilt üzerinde etkili olur.
• Gölge sizi güneşten korumaz, yansıyan ışık aynı şekildedir.
• Açık tenli ve renkli gözlü insanlar güneşten daha çok zarar görürler; çünkü pigmentlerin doğal koruyuculuğundan mahrumdurlar.
• Günlük D vitamini ihtiyacınız için gün içerisinde el sırtlarınızdan aldığınız güneş ışınları yeterlidir.
• Deri kanserleri AİDS`ten daha hızlı yayılmaktadır.
• Güneş gören kısımlarda görülen her koyu leke kanser değildir ama sizin total güneş hasarınızın miktarını gösterir.

Siyah üzüm çekirdeği mucizesi?

Ailesinde kanser hastalığı bulunanlar; düzenli bir hayat tarzı ve beslenme biçimiyle, bu hastalığı önleyebilir. Ailesinde özellikle meme ve kalın bağırsak kanseri olan kişiler; 20 yaşından önce kanserden koruyucu sebze ve meyveleri, vitamin ve mineralleri tüketirse, yüzde 33 ile yüzde 53 arasında bu hastalıklardan korunabiliyor.
Mide kanserinden diyetle korunma oranı ise yüzde 60'a çıkıyor. Bu yüzden her gün brokoli, karnabahar, kıvırcık salata, şitake mantarı, dandelion, beyaz lahana, kabak ve domates gibi sebzelere sofranızda yer verin.
Kansere sebep olan en önemli faktörlerden biri şişmanlık. Özellikle kalın bağırsak ve meme kanserlerinde büyük risk yaratıyor. Bu yüzden kırmızı et yemeyin. Zeytinyağı ve soya yağı gibi bitkisel yağları da sofranızdan eksik etmeyin.
Kanserle tedavide etkili olan sebze ve bitkiler ise şöyle:

SİYAH ÜZÜM
Siyah üzümü, çekirdeğini atmadan bol bol tüketin. Çünkü kabuğunda ve çekirdeğinde 'vesibretrol' denilen çok özel bir madde vardır. Bu madde, vücudu doğrudan doğruya kansere karşı korur.

DOMATES
Domatesin içinde bulunan likopen ve selenyum; prostat, meme, kolon ve mide kanserine karşı etkili oluyor. Ayrıca pek çok kanser türüne karşı koruyor. Özellikle kanser hastalarının günde dört-beş adet domates yemesi gerekir.

HAVUÇ
Havucun içeriğinde de bulunan betakarotenler; genellikle kırmızı sebze ve meyvelerde bulunan bir maddedir. Betakarotenler; DNA hasarına engel olurlar, kansere karşı vücudun direncini artırırlar ve immün sistemi uyarırlar.

MANTAR
Mantarlar, kanserden korunmada etkilidir. Kanser hastalarının tedavisi sırasında mantar ekstreleri kullanmaları öneriliyor. Maitake mantarı; meme kanseri, beyin tümörleri, cilt kanseri ve karaciğer kanserinde etkili oluyor. Şitaake mantarı ise jinekolojik tümörler, prostat kanseri veya şikayetlerinde kullanılması öneriliyor. Bağırsak ve kolon kanserlerine karşı da etkili olduğu bilinen maitake mantarı, özellikle 50 yaşından sonra tüm erkekler tarafından kullanılmalı. Reishi mantarının da akciğer kanserine karşı koruyucu olduğu biliniyor.

ZENCEFİL
Kanser tedavisi sırasında bulantınız olursa, zencefil kullanabilirsiniz.

PAPATYA
Papatya, kanser hastalarının ağzında oluşan aftı önler.

DEVE DİKENİ
Karaciğer hastalıklarında yıllardır kullanılan deve dikeni, karaciğer kanserlerini de tedavi edip tümörleri küçültebiliyor.

ISIRGAN OTU
Isırgan yıllardır kanser tedavisinde kullanılıyor. Bitkinin kökü çok yararlı.

Vitamin ve minerallere dikkat!

C VİTAMİNİ
C vitamini; hem kanserden korunmada, hem de kanser tedavisinde başarıyla kullanılıyor. Günlük C vitamini ihtiyacı günde 2 gramdır ama kanser hastaları günde 10 gram C vitamini almalı.

OMEGA 3
Balıkta bol miktarda bulunan Omega 3; meme kanseri, prostat kanseri ve kalın bağırsak kanserinde koruyucu bir etki sağlıyor. Kanserden korunmak için haftada üç gün balık yemek gerekiyor.

FLAVONLAR
Bitkilerde bulunan yaklaşık 4 bine yakın flavon, kanserle savaşta önemli rol oynuyor.

SELENYUM
Bir minarel olan selenyum; prostat, rahim, mide ve ağız kanserlerine karşı etkilidir.

Thursday, June 5, 2014

Her gün bir avuç iyi geliyor(Kuru Üzüm)



Selçuk Üniversitesi (SÜ) Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Sabır, kuru üzümün çok değerli bir besin kaynağı olduğunu söyledi. Kuru üzümün, A ve B vitaminleri ile kalsiyum, potasyum, demir ve sodyum bakımından zengin olduğunu belirten Sabır, vücudun savunma mekanizmasının güçlenmesine büyük katkı yaptığını dile getirdi.

"DAHA DİRENÇLİ BİR BÜNYEYE SAHİP OLABİLİRSİNİZ"

Sabır, kuru üzümün günümüz hastalıklarını da çare olduğunu ifade etti. Üzüm tüketerek hastalıkla mücadelede daha dirençli bir bünyeye sahip olunacağını vurgulayan Sabır, şunları kaydetti:

“Kuru üzüm, insan vücudunda kansere neden olabilecek zararlı maddelere karşı koruyucu özellik taşımaktadır. Üzümde bol miktarda bulunan ve güçlü bir antioksidan madde olan 'Rezveratrol', insan bünyesinde kanser hücrelerinin gelişimini sınırlandırıcı etki yapmaktadır. Bu madde ayrıca, insanlarda aşırı soğuk havalara karşı direnç sağlamakta ve bünyeye giren virüs ve mantarlarla savaşarak bünyeyi bu tür zararlılara karşı korumaktadır. Öte yandan, kalple ilgili olarak kuru üzüm, başta kanın temizlenmesi, kalbin güçlendirilmesi ve dolayısıyla kalp-damar hastalıklarına karşı direncin artmasına da yardımcıdır. İleri yaşlarda, üzümün unutkanlığı önlediği alzaymır gibi hastalıklara karşı da iyi geldiği bilinmektedir. Mevsimler arası geçiş dönemlerinde yoğunlaşan gribal enfeksiyonlara karşı da bağışıklık sistemini önemli derecede güçlendirmektedir."

"STRESİ KURU ÜZÜMLE YENİN"

Doç. Dr. Sabır, üzüm içerisinde lifli maddelerin olduğunu, bu maddelerin bağırsakların sağlıklı bir şekilde çalışmasında etkili olduğunu aktardı.

Üzümün, gastrit ve benzeri mide rahatsızlıklarına karşı mideyi kuvvetlendirici olduğuna dikkati çeken Sabır, şöyle devam etti:

"Nefes darlığına ve boşaltım yoluyla ilgili iltihaplara karşı da üzümün iyi geldiği bilinmektedir. Yine vücutta biriken toksinler dediğimiz vücuda zararlı olan yabancı maddelerin dışarıya atılmasında üzümün önemli faydaları vardır. Yorgunluğu ve ağız kokularını giderici özelliğe de sahip olan üzümün faydaları aslında çok daha fazladır. Bir avuç kuru üzüm stres kaynaklı çeşitli zorlukların üstesinden gelmek için önemli etkiye sahiptir. Stresi kuru üzümle yenin. Çünkü üzüm, tüm vücut hücrelerinde olduğu gibi insan beynindeki hücrelerin enerji kaynağıdır ve insanın ruhsal gücünü doğrudan etkileyen bazı bileşiklerin salgılanmasına da yardımcı olduğu bilinmektedir.”
Sağlık için sağlıklı beslenin.

Friday, May 30, 2014

C Vitamini

C vitaimi özellikle kışın bol bol tüketilmesi gereken besinler arasındadır.kışın nezle grip gibi soğuk algınlığını gidermek için kullanılır.bunu yanın sıra vücudumuzun ihtiyacı için bol bol c vitamini tüketmeniz gerekir.

Thursday, May 29, 2014

Çileğin faydaları Nelerdir.



Bahar aylarının vazgeçilmez meyvesi olan çilek lezzetinin yanı sıra sağlığa birçok faydası bulunmakta. Antik Roma döneminde tedavi amaçlı kullanıldığı da bilinmekte.Çilek çok sevdiğimiz bir meyvedir.
*Vücudumuz için önemli ve gerekli olan C vitamini içeriği yüksektir. 1 avuç dolusu çilek günlük C vitamini ihtiyacımızı giderir.

*Antioksidan içeriği zengindir; antosiyanin, ellagik asit, kaempferol, kuersetin içerir. Bu antioksidanlar kanser savaşçısıdır, bu nedenle hepsini içeren ender besinlerdendir.

*Düzenli tüketildiğinde kalp sağlığını korur, kalp krizi geçirme riskini %30 azaltır.

*Kötü kolesterol seviyesini düşürür, damar sağlığını korur.

*Potasyum ve antioksidanlardan zengin olması nedeniyle inmeye karşı korur, kan basıncını düzenler.

*Göz sağlığını korur.

*Kanı temizler, cildi yeniler.

*Su ve lif içeriği yüksek, kalori değeri düşüktür. Bu nedenle zayıflama diyetlerinde olumlu etkisi vardır.

*Sindirim sistemini düzenler, kabızlık için faydalıdır.

*Alerjik etki gösterebilir, özellikle çocuklarda dikkatli tüketilmelidir.

*Kan şekerini dengeler, şeker hastalığı riskini azaltır.

*Folat içeriği nedeniyle sakinlik hissi verir, depresyondan korur.

*Homosistein seviyesini düşürür. Homosisteini yüksek olan kişilerde serotonin hormonunun daha düşük seviyelerde salgılandığı belirtilmektedir.

*Manganez içeriğiyle kemik sağlığını korur. Diyetisyen Özlem Sert Aydın

*Diyetisyen Özlem Sert Aydın

Yeterince su içmemenin yol açtığı 11 rahatsızlıkları.

Yeterli yağış olmaması nedeniyle tarım alanları başta olmak üzere tüm yaşamı tehdit eden susuzluk, yanıbaşındaki sürahide öylece durduğu halde yeterince su içmeyen insanlarda geri dönülmez hasarlara yol açıyor.

Günde ortalama 8 bardak su içmemiz gerekirken vücudumuz 10 bardak su kaybediyor.

Yrd. Doç. Dr. Gamze Şenbursa, beyninin %75’i, kanının %92’si, kaslarının %75’i, kemiklerinin %22’si sudan oluşan insanın vücudu susuz kaldığında meydana gelen hasarları tespit etti. İşte yeterince su içmemenin yol açtığı 11 rahatsızlık:

VÜCUDUMUZ SUSUZ KALDIĞINDA NELER OLUR?

YORGUNLUK: Su vücudunuzdaki en önemli enerji kaynaklarındandır. Dehidratasyon (susuz kalma) vücudu yavaşlatan enzimatik aktiveteye sebep olarak yorgunluk ve halsizliğe yol açar.
ASTIM VE ALERJİLER: Dehidratasyona maruz kalan vücut sudan tasarruf etmek için havayollarını daraltıyor. Siz daha susuz kaldığınızı hissetmeden histamin bu durumun farkına varıyor ve salgısını arttırıyor.
YÜKSEK KAN BASINCI: Vücut normalde tam olarak su ihtiyacını karşıladığında kanın %92’si sudur. Vücudun susuz kaldığı zamanlarda ise kan kalınlaşarak akışı sırasında dirence sebep olur ve buda kan basıncının yükselmesi ile sonuçlanır.
CİLT PROBLEMLERİ: Dehidratasyon deri yoluyla toksinlerin atılmasını bozmakta ve her türlü cilt problemi için savunmasız hale getirmektedir; dermatit, sedef, kırışıklık…

YÜKSEK KOLESTROL: Vücut susuz kaldığında kolestrol seviyesini arttırarak hücreden daha fazla su kaybını önlemeye çalışır.

SİNDİRİM BOZUKLUKLARI: Su ve alkali (kalsiyum ve magnezyum) minerallerin eksikliği gastrit, ülser ve reflü gibi birçok sindirim sistemi problemine yol açar.

MESANE VE BÖBREK PROBLEMLERİ: Toksin ve atık asit birikimi bakterilerin gelişmesi için ortam sağlar, buda böbrek ve mesanede inflamasyon, Ağrı ve enfeksiyona daha yatkın olması ile sonuçlanır.
KABIZLIK: Suyun eksikliğinde, vücudun kritik fonksiyonları için su sağlama görevi kalın bağırsağındır. Su yetersiz kaldığında atık maddeler bağırsak içinde çok yavaş ilerlemeye başlar buda kabızlığa yol açar.
EKLEM AĞRISI VE SERTLİK: Bütün eklemlerde büyük bir kısmı sudan oluşan kartilaj yastıkçıkları vardır. Vücut susuz kaldığında kartilaj zayıflar ve eklem tamiri yavaşlar böylelikle ağrı ve rahatsızlık hissi oluşur.
KİLO ALMA: vücudunuz etkin bir şekilde toksinleri elimine edemez ve yağ hücrelerinin içinde saklar. Bunun yanında eğer vücut yeterli su ile toksinlerin güvenli bir şekilde atamıyor ise yağ hücresini serbest bırakmaz.
VAKİTSİZ YAŞLANMA: Kronik olarak vücut susuz kaldığında, organlar ve hatta vücudun en büyük organı olan deride kırışıklık başlar ve erken yaşlanma belirtileri verir.

BUNLARI BİLİYORMUSUNUZ?
Susadığınız zaman vücut (susuz kalmış) dehidrate olmuştur.
Yemek öncesi içilen su porsiyonlarınız küçülmesine ve dolayısıyla daha kolay kilo kaybetmenize yardımcı olur.
Araştırmalar göstermiştir ki eğer yıl boyunca su tüketiminizi günlük 1,5 litre olursa, extra 17,400 kalori yakarsınız buda yaklaşık olarak 2 buçuk kiloya denk gelir.
Sadece su içmeniz gerekir, diğer tükettiğiniz sıvıların bir kalorisi ve şeker içeriği vardır. Sadece suyun kalorisi ‘0’dır.
Soğuk su içmek metabolizmanızı hızlandırır ve kalori yakar. Hızlanan metabolizmanın etkileri ilk 10 dakikada başlar ve 30-40 dakika sonra maksimuma ulaşır.
Unutmayın su hayattır.

Wednesday, May 28, 2014

Ceviz Alzheimer ve depresyona iyi geliyor



eviz yetiştiriciliği konusunda 2 kitabı bulunan Kastamonu Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Seyit Mehmet Şen, cevizin insan beynine çok benzediğine dikkati çekerek, bunun mükemmel bir beyin gıdası olduğunu söyledi.

Cevizin düzenli olarak yenilmesi halinde bazı hastalıkların gelişmesini önleme özelliğinin bulunduğunu belirten Şen, "Cevizin bir gıda maddesi olduğu unutulmamalı ve ceviz kesinlikle bir ilaç olarak düşünülmemelidir. sağlıklı beslenme için mutlak gerekli bir gıdadır" diye konuştu.

Şen, cevizin yüksek oranda omega 3 yağına sahip olduğunu vurgulayarak, "Beynimizin yüzde 60'tan fazlası yapısal olarak yağdır. Beyin hücrelerimiz görevlerini sağlıklı olarak yerine getirebilmeleri için bu yapısal yağa yani omega 3'e ihtiyaç duyarlar. Omega 3 beyin fonksiyonları için, büyüme ve gelişme için hayatidir. Hem dinlenmede, hem stres altında ceviz, kan basıncını düşürmektedir. Yani cevizler beyin için neden önemli denildiğinde cevizin yüksek miktarda omega 3 yağ asidi içeriyor olması cevabını verebiliriz" ifadesini kullandı.

Cevizin, depresyon, alzheimer, aşırı yeme ve benzeri zorlayıcı davranışları, anti depresyona karşı kullanılan ilaçları, hiçbir tehlikeli yan etkisi olmadan ortadan kaldırabilecek özellikte bir besin maddesi olduğunu
anlatan Şen, cevizin zihin açıklığına da destek olduğunu kaydetti.

Prof. Dr. Şen, cevizin ham ve organik olarak yenilmesinin önemine vurgu yaparak, böylelikle antioksidan özelliğinden yararlanıldığını belirtti.

Günde sadece 6-7 cevizin yüksek seviyede antioksidan için yeterli olduğunu anlatan Şen, "Fazla miktarda antioksidana sahip olmalarına rağmen vatandaşlar antioksidanların vücut için mutlak gerekli oluşlarını bilmediği için sert kabuklu meyveleri yeterince yemiyor. Ayrıca cevizi mümkün olduğunca ham tüketilmeli, tuzlu, çikolatalı ve ya şekerli olanlarından uzak durmalıdır. Cevizi yoğurtla beraber, yoğurdun içine karıştırarak da yiyebilirsiniz. Cevizin verdiği kalori nedeniyle günlük tüketimi de 80 gramı çok fazla geçmemelidir" şeklinrde konuştu.

Tuesday, May 27, 2014

Yazın en ucuz ve sağlıklı meyvesi



Yaz mevyelerinin vazgeçilmezlerinden olan karpuz tüketilerek, alzheimer, kalp, damar, tansiyon ve felç gibi pek çok hastalığın önüne geçilebileceği bildirildi. Gazi Üniversitesi Kimya Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Uslu, karpuzda bulunan ve vücuttaki en önemli molekül olan nitrik oksitin, damarları rahatlattığını, kan basıncını düşürdüğünü, kalp krizi veya felç riskini azalttığını söyledi.

Karpuzdaki citrulin sayesinde epitel hücreler daha rahat nitrik oksit üreteceğinden, alzheimer, kalp, damar, tansiyon ve felç gibi pek çok hastalığın önüne geçilebileceği öğrenildi.

Endotel hücrelerinden salgılanan maddelerle düz kas tabakasının uyarıldığını, damarların kasılıp gevşemesiyle de damar gerginliğinin kontrol edildiğini dile getiren Uslu, "Bundan dolayı bu hücrelere tansiyonun dengelenmesinde de önemli bir vazife yüklenmiştir. Nitrik oksit ve onu üreten endotel hücreler yaşamın gizli gücüdür. Sağlıklı olmamız için endotel hücrelerin yeteri kadar nitrik oksit salgılaması gerek" diye konuştu.

Bu nedenle endotel hücrelerinin nitrik oksit üretimini artıran besin desteklerine ihtiyaç duyulduğunu anlatan Uslu, içinde L-arginine ile L-citrulline, protein ve omega-3 yönünden zengin olan gıdalar yenilirse nitrik oksit üretiminin artırılmış olacağını kaydetti.

"Karpuz, sarımsak, soğan, enginar (pişmiş), avokado, muz, kuru fasulye, siyah erik, böğürtlen, yaban mersini, badem, siyah çikolata, kavun, kırmızı et (ölçülü), balık yağı, keten tohumu, tavuğun göğsü, greyfurt, üzüm, marul, ıspanak, çilek, balık türleri vücudumuzda nitrik oksit miktarını artırır" diyen Uslu, şöyle devam etti: "Böylece hemen hemen her türlü hastalıktan korunmuş oluruz. Alzheimer'dan tutunda kalp, damar hastalıklarına, tansiyon ve felç gibi pek çok hastalığın önlenmesinde faydalıdır. Böylece bu hastalıkların önüne geçmiş oluruz."

Karpuzdaki citrulin sayesinde epitel hücreler daha rahat nitrik oksit üreteceğinden, alzheimer, kalp, damar, tansiyon ve felç gibi pek çok hastalığın önüne geçilebileceği öğrenildi.

Aşırı terleyenler için doğal bitki çayı



Yaz ayları kapımıza dayanırken; kötü kokusuyla birlikte hem kişiyi hem de çevresindekileri rahatsız eden aşırı terleme, kişilere kabus dolu günler yaşatıyor. Aşırı terlemenin kişilerin sosyal hayatını olumsuz etkilediğini söyleyen İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ziya Mocan, "Özellikle el, ayak ve koltuk altı bölgesinde terleme daha fazla olur. Aşırı terlemede genetik bir yapı söz konusu olabilir" diyor.
Baharatlardan kaçının

Prof. Dr. Mocan, aşırı terlemeninin doğru bitki çaylarıyla alt edilebileceğini belirterek bu can sıkıcı durumdan kurtuluşun yollarını şöyle anlatıyor:

Baharatlı yiyecekler, tuz ve alkol yüzeysel kan damarlarını genişlettiği için terlemeye yol açar. Bol baharatı ve biberi yemeklerinizde mümkün olduğunca az kullanmaya çalışın. Alıç aşırıterleme sorunu için etkili olabilir. Günde birkaç tane alıç yiyin ya da çayını yapıp günde 2 bardak içebilirsiniz.

Bunun yanı sıra şahtere otu, karabaş otu ve yeşil çayları günde 2 bardak içilebilir. Bazı bitkiler terlemeyi artırır. Bunlardan bir kaçı zencefil ve ginseng çayıdır. Aşırı terleme sorunu olan kişilerin bu bitkilerden uzak durması gerekiyor. Terleme vücudun koruyucu sistemidir. Genel olarak aşırı terlemeler obezite, diyabet, şeker hastalığı, troid bezinin fazla çalışması, menepoz, andropoz hastalıklarının da işareti olabilir. Bu nedenle terleme sorununda altında yatan nedenin iyi tespit edilmesi gerekir. Bölgesel terlemelerin ise bu hastalıklarla ilgisi yoktur.
Ayaklara şifa veren reçete

Ilık su içerisine adaçayı, kekik, papatya, deniz tuzu ekleyerek ayaklarınızı suda dinlendirin. Bu hem yorgunluğu alacak hem de ayak terlemesine ve kokusuna iyi gelecektir. Papatya, adaçayı, kekik, deniz tuzunu ılık suya ekleyin ve ayaklarınızı bu suda dinlendirin. Ayaklarınızın rahatladığını göreceksiniz.

Diş gıcırdatma kabusunuz olmasın



aşamımızın üçte birini uykuda geçirdiğimiz düşünüldüğünde, uykunun insan zihni ve bedeni için ne kadar önemli olduğuna değinen Dt. Selçuk Özbölük, "Gün boyu şehir hayatı veya iş hayatına bağlı yaşanan stres, dengesiz beslenme alışkanlıkları ve hareketsizlik uyku bozukluklarına neden olabiliyor. Bu uyku bozukluklarından bir tanesi de uykuda diş gıcırdatma olarak bilinen 'Bruksizm'. En sık görülen uyku bozukluklarından biri olan 'Bruksizm', uykuda konuşma ve horlamadan sonra 3. sırada karşımıza çıkıyor" dedi.
SİGARA VE KAFEİN DE DİŞ GICIRDATMAYI ARTTIRIYOR

Uyku esnasında oluşan güçlü çene hareketlerinin neden olduğu çeneleri sıkma, dişleri gıcırdatma olayı olarak tanımlanan bruksizmin görülme sıklığının %20'lere kadar ulaştığını söyleyen Dt. Özbölük, "Bruksizm konusunda yapılan araştırmalar; horlama ve uyku apnesi gibi durumların dişlerini gıcırdatan kişilerde daha çok görüldüğünü gösteriyor. Aşırı duygusal hassasiyet, sinir, stres, kuruntu, dengesiz beslenme ve hareketsizliğin yanı sıra fazla miktarda tüketilen alkol, sigara ve kafein uykuda diş gıcırdatmayı arttırıyor" diye konuştu.

Diş sıkma ve gıcırdatmanın gece veya gündüz oluşabilen istemsiz bir aktivite olduğu ancak bu durumun çeşitli olumsuz semptomlar ortaya çıkmadan hastalar tarafından genellikle farkına varılmadığını söyleyen Dt. Özbölük; "Diş sıkma ve gıcırdatmanın birçok nedeni var ve bu nedenler arasında; stres ve kişisel özellikler, uyku düzeni, uyku esnasındaki solunum bozuklukları, travmatik yaralanmalar, merkezi sinir sistemi rahatsızlıkları, yasadışı ilaç kullanımı (ekstazi), ilaç tedavileri (seratonin), alkol, kafein ve sigara kullanımı gibi faktörler sayılabilir. 'Bruksizm', en sık görülen uyku bozukluklarından, uykuda konuşma ve horlamadan sonra 3. sırada karşımıza çıkıyor. Hastalar genellikle diş gıcırdattığının farkında bile olmuyor. Hasta bize ancak dişlerde hassasiyet, aşınma, sallanma ve kırılma, diş sinirlerinde ölüm, çevre dokularda yaralanma, çene eklem rahatsızlıkları, baş ağrısı ve fonksiyon bozukluğu gibi durumlarda geliyor. Hastanın eşleri ya da yakınları da bu durumdan kendisi kadar şikayetçiler" dedi.
ÇÖZÜMÜ NEDİR

Peki bunun çözümü var mı?

Diş sıkma ve gıcırdatma tedavisinin nasıl yapıldığı hakkında bilgi veren Dt Özbölük, "Uygulanan tedavi metodu çoğunlukla kişiye özel yaptığımız gece plaklarıyla aktivitenin kontrol altına alınmasını ve meydana gelebilecek patolojik veya fiziksel değişikliklerin önlemesini içerir. Doğru teşhis konulduğu taktirde, bu rahatsızlığın gece plağı kullanımı, hasta eğitimi ve gerek duyulduğunda fizik ve ilaç tedavisi ile kontrol altına alınabildiği bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Ancak diş gıcırdatmanın altında yatan diğer stres kaynaklı problemler için de bir uzmandan yardım almalarında fayda var" diye konuştu.

Diş gıcırdattığınızı nasıl anlarsınız?

• Sabahleyin kalktığınızda yanaklarınız ağrıyorsa

• Ağzınızı rahat açamıyorsanız, açtığınızda ağrı varsa ve gün içinde de ağrı devam ediyorsa

• Kulağa ve başa yayılan ağrılarınız varsa

• Ağız açma kapama sırasında zorluğun dışında klik, klak gibi sesler çıkıyorsa, uykuda dişlerinizi gıcırdatıyor olma ihtimaliniz çok çok yüksek.
Kaynak:http://www.ensonhaber.com/

Soğan kabuğunu çöpe atmayın



Diyet uzmanları soğan kabuklarının yemeklere katıldığında kolesterolü düşürdüğünü ve damar sağlığına büyük fayda sağladığını söyledi.

'WeightLossResources’ adlı sağlık sitesinden araştırmacılar soğan kabuğunda bulunan ‘quercetin’ adlı bitki pigmentinin hem tansiyonu düşürdüğünü hem de atardamarlarda oluşan tıkanmalara engel olduğunu belirtti.

Uzmanlar, soğan kabuğunun bilinçsizce çöpe atıldığına dikkat çekti.

Uyandığınızda yanaklarınız ağrıyorsa dikkat



Yaşamımızın üçte birini uykuda geçirdiğimiz düşünüldüğünde, uykunun insan zihni ve bedeni için ne kadar önemli olduğuna değinen Hospitadent Yönetim Kurulu Üyesi Dt. Selçuk Özbölük, “Gün boyu şehir hayatı veya iş hayatına bağlı yaşanan stres, dengesiz beslenme alışkanlıkları ve hareketsizlik uyku bozukluklarına neden olabiliyor. Bu uyku bozukluklarından bir tanesi de uykuda diş gıcırdatma olarak bilinen ‘Bruksizm’. En sık görülen uyku bozukluklarından biri olan ‘Bruksizm’, uykuda konuşma ve horlamadan sonra 3. sırada karşımıza çıkıyor” dedi.

Uyku esnasında oluşan güçlü çene hareketlerinin neden olduğu çeneleri sıkma, dişleri gıcırdatma olayı olarak tanımlanan bruksizmin görülme sıklığının %20’lere kadar ulaştığını söyleyen Dt. Özbölük, “Bruksizm konusunda yapılan araştırmalar; horlama ve uyku apnesi gibi durumların dişlerini gıcırdatan kişilerde daha çok görüldüğünü gösteriyor. Aşırı duygusal hassasiyet, sinir, stres, kuruntu, dengesiz beslenme ve hareketsizliğin yanı sıra fazla miktarda tüketilen alkol, sigara ve kafein uykuda diş gıcırdatmayı arttırıyor” diye konuştu.
'Genelde hastalar farkında olmuyor'

Diş sıkma ve gıcırdatmanın gece veya gündüz oluşabilen istemsiz bir aktivite olduğu ancak bu durumun çeşitli olumsuz semptomlar ortaya çıkmadan hastalar tarafından genellikle farkına varılmadığını söyleyen Dt. Özbölük; “Diş sıkma ve gıcırdatmanın birçok nedeni var ve bu nedenler arasında; stres ve kişisel özellikler, uyku düzeni, uyku esnasındaki solunum bozuklukları, travmatik yaralanmalar, merkezi sinir sistemi rahatsızlıkları, yasadışı ilaç kullanımı (ekstazi), ilaç tedavileri (seratonin), alkol, kafein ve sigara kullanımı gibi faktörler sayılabilir.

‘Bruksizm’, en sık görülen uyku bozukluklarından, uykuda konuşma ve horlamadan sonra 3. sırada karşımıza çıkıyor. Hastalar genellikle diş gıcırdattığının farkında bile olmuyor. Hasta bize ancak dişlerde hassasiyet, aşınma, sallanma ve kırılma, diş sinirlerinde ölüm, çevre dokularda yaralanma, çene eklem rahatsızlıkları, baş ağrısı ve fonksiyon bozukluğu gibi durumlarda geliyor. Hastanın eşleri ya da yakınları da bu durumdan kendisi kadar şikayetçiler” dedi.
Peki bunun çözümü var mı

Diş sıkma ve gıcırdatma tedavisinin nasıl yapıldığı hakkında bilgi veren Dt Özbölük, “Uygulanan tedavi metodu çoğunlukla kişiye özel yaptığımız gece plaklarıyla aktivitenin kontrol altına alınmasını ve meydana gelebilecek patolojik veya fiziksel değişikliklerin önlemesini içerir. Doğru teşhis konulduğu taktirde, bu rahatsızlığın gece plağı kullanımı, hasta eğitimi ve gerek duyulduğunda fizik ve ilaç tedavisi ile kontrol altına alınabildiği bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır. Ancak diş gıcırdatmanın altında yatan diğer stres kaynaklı problemler için de bir uzmandan yardım almalarında fayda var” diye konuştu.
Diş gıcırdattığınızı nasıl anlarsınız

• Sabahleyin kalktığınızda yanaklarınız ağrıyorsa

• Ağzınızı rahat açamıyorsanız, açtığınızda ağrı varsa ve gün içinde de ağrı devam ediyorsa

• Kulağa ve başa yayılan ağrılarınız varsa

• Ağız açma kapama sırasında zorluğun dışında klik, klak gibi sesler çıkıyorsa, uykuda dişlerinizi gıcırdatıyor olma ihtimaliniz çok çok yüksek.
Kaynak:http://www.kadinvekadin.net/

İyot eksikliği tiroid hastalığı nedeni



"24-31 Mayıs Dünya Tiroid Farkındalık Haftası" öncesinde Doç. Dr. Gökhan Özışık iyot yetersizliğine ve fazlalığına bağlı olarak gelişen tiroid hastalıkları hakkında bilgi verdi.
KADINLARDA DAHA FAZLA GÖRÜLÜYOR

Kilo kaybı, kilo verememe, halsizlik gibi şikayetlerle ortaya çıkabilen tiroid hormonundaki düzensizlikler zamanla kişinin yaşam kalitesini de düşürmektedir. Tiroid hastalarının neredeyse %95'i kadındır. Kadınlarda, erkeklere göre 15-20 kat daha fazla görülmektedir. Tüm yaşlarda ortaya çıktığı söylense de 30-50 yaş arasında daha sıklıkla ortaya çıkabilmektedir. Vücut sağlığı için büyük önem taşıyan tiroit hormonundaki dengesizlikler diğer organ ve sistemlerin çalışmasını da olumsuz etkileyebilmektedir.
SEBZE MEYVELERDEKİ İYOT YETERSİZ OLABİLİR

Metabolizma için hayati bir element olan iyot, fiziksel ve zihinsel fonksiyonların çoğunda rol oynamaktadır. Başta tiroid bezinin iyi çalışması ve yeterli hormon üretmesi olmak üzere fazla yağların yakılmasından bağışıklık sistemi ve vücudun ihtiyaç duyduğu enerjinin uygun seviyede tutulmasına kadar birçok metabolik süreç için mutlaka dışarıdan alınması gerekmektedir.

İyot, doğada en çok toprak ve deniz suyunda bulunmaktadır. Mineral formu suda çözüldüğünden erozyonla birlikte kayba uğramaktadır. Deniz suyundaki iyot ise; deniz yosunları/bitkileri ve balık/kabuklu deniz hayvanlarında birikmektedir. Uzun süreli yağışların olması topraktaki iyodu uzaklaştırmakta ve yetişen sebze ve meyvelerde iyot eksikliğine neden olabilmektedir. Bu yiyeceklerle beslenen kişilerde de guatr oluşmasına yol açabilmektedir.

Günlük iyot ihtiyacı ne kadardır?

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından belirlenen günlük iyot ihtiyaçları:

· 0-5 yaş arasında: 90 mikrogram/gün

· 6-12 yaş arasında: 120 mikrogram/gün

· Genç erişkinlerde ve erişkinlerde:150 mikrogram/gün

· Hamilelerde ve emzirme sırasında: 200 mikrogram/gün

Günlük ihtiyaç hamilelerde 1.5, emziren annelerde ise 2 kat artar. Tiroid bezi dışında meme dokusu da iyotu tutma yeteneğine sahiptir.
SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ ÖNEMLİ BİRER İYOT KAYNAĞIDIR

Süt dışındaki yiyecekler ve içme suyundaki iyot miktarı insanlar için, besi hayvanlarının doğal yemlerindeki iyot miktarı da hayvanlar için yetersizdir. Diğer taraftan, endüstriyel besicilik (gerek süt hayvanlarına takviye yapılması, gerek bu hayvanlardan elde edilen ürünlerin işlenmesi ve hijyen teknikleri esnasında kullanılan iyotlu çözeltiler), dolaylı olarak insanlarda iyot fazlalığına da yol açabilmektedir. Süt ve süt ürünleri en önemli iyot kaynağı besinlerdir. Doğal iyot içerenler işlenmemiş deniz tuzu ve kaya tuzudur. Organik süt ve süt ürünlerinde, ilave yapılmadığı için iyot daha düşük olabilmektedir. Mevsimsel ve coğrafi farklılıklar da sütteki iyot miktarı üzerinde etkilidir. Genellikle kışın iki kat daha fazladır. Isıl işlem ve pastörizasyon da sütteki iyot miktarını %25'e varan oranlarda düşürmektedir.
TİROİD BAŞKA HASTALIKLARI DA TETİKLEYEBİLİR

Yetersiz alındığında ödem, üşüme, kilo alma, kronik yorgunluk, libido azalması, gebe kalmakta güçlük, entelektüel kapasitede azalma ve sık hasta olmaya neden olabileceği gibi iyot eksikliğinin meme kanseri ile de ilişkili olabileceği gösterilmiştir. Yeterli alınmasına rağmen idrarda yapılan ölçümlerde iyotun düşük olması ise; diğer vitamin ve minerallerin eksikliği de eşlik ediyorsa gluten intoleransı, bağırsak flora bozukluğu gibi emilim ile ilgili bir problemi düşündürmektedir.

Bitkisel Zayıflama Yöntemleri | Yağ Yakıcı Bitki Tarifleri



Eğer kiloluysanız ve fazla kilolarınızdan rahatsız oluyorsanız sizlerde zayıflamak için yöntemler arıyorsunuz demektir. Zayıflamak için birçok yöntem araştırmış veya denemiş olabilirsiniz. Önemli olan birçok yöntem denemek değil, yöntemleri doğru ve sağlıklı bir şekilde düzenli olarak yapmaktır. Zayıflamak için şüphesiz ki düzenli bir spora ve diyete ihtiyacınız vardır. Sporunuzu düzenli olarak yapmalı ve kendinize zayıflayabileceğiniz şekilde hazırlanmış bir diyet seçebilirsiniz. Bunun yanında zayıflamanız için önemli yer tutan bitkisel zayıflama yöntemleri işinize çok yarayacaktır. Zayıflamak için kararlı bir yapıya sahip olmalı ve karşınıza çıkan zorluklara karşı dirençli olmalı hiçbir zaman pes etmemelisiniz.Bitkisel zayıflama yöntemleri bu süreçte size çok yardımcı olacaktır. Sizler için zayıflamanıza yardımcı olacak bitkileri söyleyeceğim, artık hayatınızdan zararlı içecekleri çıkarıp zayıflamanız için gerekli olan çayları içebilirsiniz.
Bitkisel Zayıflama Yöntemleri ile Yağlarınızdan Kurtulun

Unutmayın ki her ilaçta olduğu gibi bitki çaylarında da dozaj çok önemlidir. Tavsiye edilenden fazla içildiğinde vücudunuzda olumsuz etki olabileceğinden aşırı tüketmekten kaçınmalısınız.Bitkisel zayıflama yöntemleri arasında çok önemli bir yer tutan ve etkili olan Atkuyruğu bitkisi idrar sökücü özelliği ile bilinmektedir. Vücuttaki yağ dokularının.. erimesini sağlayan bu bitki zayıflamanız için büyük rol oynamaktadır. Yaraların iyileşmesi içinde yararlı olan bitkiyi ince kıyılmış bir şekilde bir tatlı kaşığı kadar bir su bardağı içerisindeki kaynamış suya koyup 15-20 dakika bekledikten sonra süzülerek aç karnına içilebilir. Günde 3-4 bardaktan fazlası böbreklere zarar vereceğinden çok tüketilmemelidir. Bitkisel zayıflama yöntemleri metabolizmanızın hızlanmasını ve zayıflamanızı sağlamaktadır. Bunlardan bir tanesi de gün içerisinde tükettiğimiz maydanozdur. Maydanozu direk yiyebilir veya çayını içebilirsiniz. Vücudun su toplamasını önler ve vücuttaki ödemin atılmasını sağlayarak şişlikleri azaltır. 2 yemek kaşığı limon suyu ile 16 adet maydanoz sapını yarım bardak suya katı robotla çekin ve 15 gün boyunca her sabah yarım bardak tüketin. Sonrasında bir hafta ara verip 15 gün boyunca işlemi tekrarlayın. Çayı içme süresini 15 günden uzun tutmamalısınız.

itkisel zayıflama yöntemleri genellikle bitkilerin kaynatılması veya çeşitli şekillerle oluşturulan çaylardır. Sonucunda çok olumlu etkilerini görebileceğiniz bitki çayları tüketilme sürelerine dikkat edildiği takdirde tamamen zayıflamanız için etkisini gösteriri ve zararı dokunmaz. Zayıflamanızı sağlayacak diğer bir bitkisel zayıflama yöntemleri ise sinameki, nane ve rezenenin bir arada kullanılmasıyla oluşan çaydır. Sinemaki tek başına da çay halinde tüketilebilir ancak bir süre sonra bağırsaklarda yan etki göstereceğinden bu şekilde kullanılması uygundur. 2 tatlı kaşığı kıyılmış sinameki otunu kaynar su içerisinde 5 dakika kaynatıp akşamları 1 bardak içerek tüketebilirsiniz.
Bitkisel Zayıflama Yöntemlerinin Diğer Faydaları
Kaynak:http://zayiflamayontemlerim.org/


Zayıflamak için metabolizmanızın hızlanması, bağırsaklarınızda varsa kabızlığın giderilmesi veya hazımsızlık sorunlarının giderilmesi gereklidir. Bunların giderilmesini sağlayan en önemli etkenlerde bitkisel zayıflama yöntemleri içerisinde kullanılan bitkilerdir. Sindirim sorunlarının giderilmesi için kullanılan kekik aynı zamanda metabolizmanın hızlanmasını da sağlamaktadır. Taze kekik tercih edilecek ise su bardağı içerisine 1 çay kaşığı, kurutulmuş kullanacaksanız yarım çay kaşığı tercih etmelisiniz. Su bardağına koyduğunuz kekik üzerine kaynatılmış suyu döküp 10-15 dakika bekledikten sonra tüketebilirsiniz. Bitkisel zayıflama yöntemleri zayıflamanıza yardımcı olabileceği gibi vücudunuzdaki diğer hastalıklar içinde tercih edilebilir. Örneğin biberiye sindiriminizi düzenlediği gibi kan dolaşımınızın hızlanmasını sağlamaktadır. İyi bir canlandırıcı olan biberiye zayıflamanın yanında cildinizin sıkılaşmasını sağlayacaktır. Biberiyeyi bir büyük fincan içerisine 2 çay kaşığı atıp kaynama derecesindeki suyu içerisine döküp 10 dakika bekledikten sonra tüketebilirsiniz. Tatlandırmak için tarçın ve limon kullanabileceğiniz biberiye çayı yemeklerden sonra bir bardak tüketilmelidir.

10 Kilo Vermek İstiyorum Ama Nasıl?



Belirlediğiniz kiloya ulaşmak her kilosundan rahatsız olan kişinin hayalidir. Genellikle insanlar 10 kilo vermek istiyorum derler. 10 kilo çok iyi bir rakamdır ve bunun için belirli çalışmalarda bulunmak gerekir. İlk aşamada 10 kilo vermek istiyorum demeniz çok güzel bir başlangıç olabilir. İlk hedefinizi yerine getirdikten sonra 15 veya 20 kiloları da vermeniz mümkün olacaktır. Yaptığınız çalışmalar ve hayatınızda yaptığınız değişiklikler sizin amacınıza daha hızlı ulaşmanızı sağlayacaktır. Bunun için düzenli ve sağlıklı beslenme, gün içerisindeki hareketlilik zayıflama yolunda atmanız gereken önemli adımlardandır. Bunun yanında en büyük silahınız amacınıza ulaşmaya olan inancınızdır. Ne kadar inançlı olursanız amacınıza ulaşmak o kadar kolay olacaktır.
10 Kilo Vermek İstiyorum Diyenler Nasıl Bir Başlangıç Yapmalı?

Sizlerde 10 kilo vermek istiyorum diyerek kendinizi hareketlendirmeli ve gerekenleri uygulamaya başlamalısınız. Bu ilk aşamada..sizin motive olmanızı sağlayacaktır. Tabii ki bu yolda sadece 10 kilo vermek istiyorum deyip kenara çekilmek olmaz. Bizlerinde sizlere bulunacağımız tavsiyeler doğrultusunda uygulamalara başlayarak zayıflama yolunda ilk adımınızı atabilirsiniz. Bir ay gibi kısa bir zaman dilimi içerisinde rahatlıkla 10 kiloyu vermeniz mümkün olacaktır. Bunun için öncelikle beslenmenizde değişiklikler yapmalısınız. Unutmayın ki size fazla kalorili yiyecekleri çok yemek kilo aldırıyor. Şimdi ise kilo vermek istiyorsanız bunun tam tersini yani hem az yiyerek hem az kalorili yiyecekleri tüketerek zayıfladığınızı ciddi oranda fark edeceksiniz. Sizlerde bir ay gibi kısa bir süre içerisinde 10 kilo vermek istiyorum diyenlerdenseniz sizlere söyleyeceğimiz kurallara dikkat etmelisiniz. Öncelikle tükettiğiniz yiyeceklerde yapmanız gereken değişiklikler vardır. Kesinlikle beyaz unu hayatınızdan çıkarmanız ve amacınıza ulaşana kadar tüketmemeniz gerekmemektedir. Marketlerden hazır gıdaları veya karbonhidrat değeri yüksek gıdaları tüketmemelisiniz. Kullandığınız tuz ve şeker miktarını sıfıra indirerek sağlıklı beslenmenin ve aynı zamanda zayıflamanın keyfini çıkartın. İlk aşamada yapamam dediğiniz şeyleri 10 kilo vermek istiyorum diyorsanız yapmalısınız ve eminim ki yapmanız imkânsız değildir. Vücudunuzdaki değişiklikleri görünce motivasyonunuzun en üst düzeye çıkacağına eminim.Kilo vermek istiyorsan dikkatli beleneceksin en birinci kural

Karbonat Çayı Zayıflatır mı? Bu Çay ile İncelmek Mümkün mü?



Karbonat çayı konulu bu makalemizde ürünü analiz etmeden önce konunun daha iyi anlaşılması adına fazla kiloların sebeplerine çok kısa değinmek istiyorum. Son yüzyılda teknolojinin gelişmesi ve insanların rahata kavuşmalarından dolayı eski hareketlilik günümüzde görülmemektedir. Yapabileceğimiz işlerin çoğunu birçok makinenin halledebildiği gibi beslenme konusunda da sağlıksız bir beslenme söz konusu. Hazır yiyeceğin yaygın olarak tüketildiği günümüzde kendi yaptığımız yemeklerde de kullandığımız malzemelerde artık sağlığını kaybetti. GDO ve tarım ilaçları nedeniyle sağlıklı bir şekilde beslenmek böyle bir zamanda çok zor hale gelebiliyor. Bu nedenle hem hareketsizlik hem de hazır ve sağlıksız gıdalardan dolayı fazla kilo rahatsızlıkları ve obezite oldukça artmış durumda. Çok küçük yaşlardan itibaren başlayan fazla kilo sorunu ileriki yaşlarda da sıkça görülmektedir. Kimyasal veya bitkisel birçok yöntemler denenmiş olabilir ancak son zamanlarda sağlıklı zayıflamayı sağlayan karbonat çayı sizin için çözüm yolu olabilir.Sağlıklı bir şekilde zayıflamayı sağlayan karbonat çayı kullanarak artık istediğiniz görünüme kavuşabilmek çok zor olmayacak.
Karbonat Çayı İçeriği ve Vücuda Etkileri

Peki nedir bu karbonat çayının özellikleri, sizleri bilgilendirmek adına biraz da bundan bahsedelim. Tamamen Türk Malı olan karbonat çayı Türkiye Aktarlar ve Baharatçılar..
Devamı..
Alıntıdır Kaynak:http://zayiflamayontemlerim.org/

Saturday, May 24, 2014

Disk Kaymasi Ameliyat Belagrisi Lumbago

Disk kayması, Disk Kayması Ameliyat

Bel bölgesindeki omurlar arasındaki bir dis­kin yerinden oynamasıdır. Omurlar arası diskin ortasında süngersi, sağlam bir esnek doku bulunur. Bu dokunun görevi omurlara yastıklık yapmaktır. Bu dokuyu yerinde tutan bağ-dokusundan yapılmış kuvvetli bir halka vardır. Bu halka her­hangi bir nedenden ötürü zayıflar ya da yırtılırsa, diskin or­tasındaki süngersi dokudan oluşmuş çekirdek, omur cisminin arkasından dışarıya kayıp, bir ya da birkaç spinal sinir kökü­ne basınç yapar ve şiddetli ağrıya neden olur. Bu tip disk kay­maları genellikle bel bölgesinde görülür.
Belirtileri: Ağrı, hareket güçlüğü, sırt, omuz ve bel ağrıla­rı, kaba etlerde ve kalçalarda ağrılar.

Disk Kayması Tedavisi: Yatak dinlenmesidir. Ağrılar için ilaç verilir. İleri vakalarda ameliyat gerekebilir. Son zamanlarda disk kayma­larında yeni bir yöntem olan Çiropratik tedavi yöntemi uygu­lanmaktadır.

Bel Ağrısı (Lumbago)


Belirli bir neden olmadığı halde bel­de hissedilen çok şiddetli ağrıdır. Hasta belini zorlukla doğrul­tabilir ve her hareketi keskin sancılara neden olur.

Tedavi: En etkin tedavi yöntemi hastanın dinlenmesi şek­lindedir. Ağrı dindirici ilaç ve merhemlerin de yardımı olur. Genellikle hastanın sert bir yerde yatması salık verilebilir. Bel ağrısı çekenlerin ağır işler yapmamaları ve fazla eğilip kalkmamaları hastalığın hızla tedavisinde büyük yardımcıdır.

Hareket ve Kas Sistemi Hakkinda

İnsanlarda Hareket ve Destek Sistemi Hakında, Kas ve Hareket

Kaslarda esneklik ve kasılım özellikleri vardır. iğsi bir kas iki ucundan çekildiği zaman uzar ve bırakıldığı zaman da yavaş yavaş eski şeklini alır. Kasın bu özelliği esneklik olarak adlan­dırılır. Kaslar mekanik, fiziksel kimyasal ve fizyolojik olarak uyartıldıklarında karın bölgesi şişer ve boyları kısalır, sonra gevşeyerek tekrar eski şekillerine dönerler. Buna kasılım özel­liği adı verilir.

Vücudumuzun Hareket Sistemi, Kasların bu şekilde kasılıp gevşemesi, kirişleri aracılığıyla bağlı bulundukları kemiklerin eklem yerlerinden hareket etti­rilmelerini sağlar. İç organların hareketleri de bu kasların ka­sılıp gevşeme özellikleriyle gerçekleşir.

Bir kasa, kısa bir süre herhangi bir uyartı uygulanacak olursa, kas hızla kasılır, sonra eski şekline, yani dinlenme hali­ne geçer. Bu olaya, kasıl sarsılma denir. Kasıl sarsılma olayı­nın üç dönemi vardır. Uyartının uygulanması ile kasın hare­kete geçmesi arasındaki bir anlık hareketsizlik gizli dönemdir.

Gizli dönemi izleyen kasın kasılması olayı, kasılım dönemi olarak tanımlanır. Bundan sonra gevşeme dönemi gelir. Gev­şeme döneminde kas gevşer, yani eski şekline döner. Kasların gördükleri işler çok çeşitlidir. Kaslar, kasın çeşidine göre, açı­cı, kapatıcı, bükücü, kaldırıcı, indirici, döndürücü, içe ya da dı­şa döndürücü olarak çalışırlar. Kasların bir bölümü birbirine karşıt çalışarak hareket sağlarlar. Örneğin, önkolun pazı ke­miğine yaklaşması için iki başlı kas kasılır, buna karşılık üç başlı kas uzar ve gevşer. Önkolun tekrar eski haline gelmesi için de bu kez iki başlı kas gevşer ve üç başlı kas kasılır. Kas­ların karşıt çalışmaları bacağın indirilip kaldırılmasını sağlar.

Kasların hareketleri sinir hücrelerinden gelen uyartılarla gerçekleşir. Eğer kas bir kez uyartılırsa, kasılıp gevşeme hare­ketini yapar. Ama uyartılar kasın gevşemesine olanak sağla­madan arka arkaya gelecek olursa, kas gevşemek için zaman bulamayacağından kasılı olarak kalır. işte, kasın bu şekilde kasılı kalması krampların oluşmasının nedenidir.

Kasların çalışması için gerekli enerjiyi veren özellikle kar­bonhidratlardır. Kas hücrelerine gelen glikoz fazlası, gerekli olduğunda kullanılmak üzere glikojen halinde depo edilir. Glikoz, kas hücrelerinde birçok kimyasal değişime uğrar. Bu değişimler sırasında glikozun yüklü olduğu kimyasal enerjinin bir bölümü iş enerjisine bir bölümü ise ısı enerjisine dönüşür. Kasların fazla çalışması sırasında kaslarda hissedilen kızışma­nın nedeni ısı enerjisidir. Kasların normal çalışmalarında her ne kadar karbonhidratlar kullanılırsa da, kasların aşırı çalış­tığı ya da yeterli karbonhidrat alınmadığı zamanlarda, kaslar­daki yağlar ve proteinler enerji kaynağı olarak kullanılırlar. Eğer bu maddelerin kullanımı aşırı olursa kaslar zayıflar. Bu nedenden ötürü, kaslarını fazla çalıştıranların karbonhidrat yö­nünden zengin gıda almaları gereklidir.

Kasların, hiç dinlenme olanağı bulmadan aşırı çalıştırıl­ması kas yorgunluğunu doğurur. Kaslar yorulduğu takdirde, önceleri kolayca yaptıkları işleri giderek artan bir güçlükle yapmaya başlarlar. Kas yorgunluğunun nedeni, hücrelerdeki kimyasal işlemlerin sonucunda ortaya çıkan artık maddelerin birikimidir. Yorgunluğa neden olan maddeler arasında, gliko­zun kas hücrelerinde kimyasal değişime uğradığı sırada olu­şan süt asitinin önemli bir yeri vardır.
Burada yayınlananlar alıntıdır Kaynak zehirlenme.blogspot.com

Kaslar İnsan Kas Yapisi Cizgili Duz Kaslar

Kaslar, İnsan Kas Yapısı

Kas Çeşitleri, Kaslar yapılış ve görevlerine göre iki bölüme ayrılırlar:

a) Çizgili kaslar, Çizgili Kaslar Nasıl Çalışır


İplik iplik ayrılabilen 5-12 santim uzun­luğunda, üzerleri kas zarı ile kaplı kas tellerinden oluşmuştur.

Bir araya toplanan kas telleri, demetleri, demetlerde kas grup­larını yaparlar. Kaslar şekillerine göre, yelpaze şeklinde kas­lar, şeritsi kaslar, iğsi kaslar, dairesel ve büzücü kaslar gibi tip­lere ayrılırlar. İğsi kaslarda uç ve kas karnı olmak üzere iki bölüm vardır. Kas uçlarında esnek, parlak ve beyaz, kiriş (tendon) adı verilen bağlar vardır. Kasları kemiklere bağlayan bu kirişlerdir. Kas karnı adı verilen bölüm, kas demetlerinden oluşan bir bölümdür. Kaslar, karın bölümünün kasılıp gevşemesiyle çalışır ve dıştan akzarla örtülmüştür. Kaslar, kiriş sa­yılarına göre de iki başlı, üç başlı ya da daha çok başlı olurlar. Çizgili kaslar merkez sinir sisteminin etkisiyle ve isteğimizle hareket ettiklerinden istemli hareket eden kaslar gurubuna gi­rerler.

Ancak, kalp yapısı çizgili kaslardan oluştuğu halde ha­reketi isteğimiz dışında, yani istemsizdir. Vücudumuzda beş yüzü aşkın çizgili kas vardır, ama genel olarak kol kasları, ba­cak kasları, göğüs kasları, karın kasları, sırt ve ense kasları, baş kasları, boyun kasları olmak üzere 7 bölümde incelenebilir.

b) Yalız (düz) kaslar

Yalız kaslar donuk beyaz renkli ya da hafif kırmızımsı görünümde olan kaslardır. Kas telleri iğ şeklinde düz kas hücrelerinden, kaslar ise, bu tellerin uç uca ve yan yana dizilmesinden oluşmuştur. Yalız kaslar, hareketleri vejetatif sinir sisteminin etkisi altında olduğundan, isteğimiz dışında, yani istemsiz hareket ederler ve iç organların çalışma­sını sağlarlar.